Hülya Küpçüoğlu
Martı, İstanbul’da yaşayıp da ulaşım aracı olarak vapuru kullanan hemen herkesin hatıralarında yer eden bir kuş. Martı gibi simit ve çay da vapur yolculuğunun vazgeçilmezleridir, tıpkı o simidin bir kısmının, birlikte yolculuk yaptığınız “martı”lara verilmesi gibi… Ece Deryaoğlu “Uçmak” adlı sergisinde “martı”dan yola çıkıyor ve gezdiği ya da geçtiği yollarda sıklıkla dikkatini çeken, neredeyse İstanbul’a özgü ayrı bir kategoride incelenebilecek olan “martı”yı resimlerinin bir parçası haline getiriyor. Ama onu sadece herhangi bir figür olarak yerleştirmiyor tuvaline, o aynı zamanda Richard Bach’ın “Martı” adlı kitabındaki “Jonathan” adlı martının hikayesini de içeriyor. Özgür olmak isteyen, sınırların aşılabileceğinin bir simgesi haline gelen Jonathan’ın mücadelesinin de bir tür göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Özgürlük Kavramı…
Ece Deryaoğlu’nun genel resimsel tavrı içerisinde ilk vurgulanan kavram özgürlük. Bu kavramla birlikte sınırlarımızın farkında olmamız ya da olmamamız söz konusu. Sanatçının bize derinden hissettirdiği bu mücadeleci tavırla birlikte, resmin içinde yer alan kuşların, şehrin farklı noktalarında farklı biçimlerde görülüyor olması bir tesadüf mü? Sanatçı, inceden inceye hicvettiği özgürlük kavramı ile birlikte kent ve figür ilişkisini sağlam ve dengeli bir duruşla ifade ediyor. Resimlere baktığımızda martıların genelde yaşadığımız kentin, yani İstanbul’un üzerinde dolaştığı görülüyor. Genel bir değerlendirme ile resimlerde kimi zaman birbirinden ayrı gibi görülen formlar, sanatçı için önceden saptanmış ve düşünülmüş, ama en önemlisi yaşanılmış formlar olmasıdır. İstanbul’u tuval yüzeyinde Boğaziçi köprüsünün bir bölümü ya da Galata kulesinin bize bakan yanıyla görüyoruz. İstanbul’a dair çeşitli mekanlar ve martılar dışında resimlerde yollar, doğa güzellikleriyle kente ait figürler ki bazen bulundukları yer itibariyle bizi şaşırtsa da bu formların, sanatçı için özel anlamı da olan ve birbirini tamamlayan bir yapıda sunuluyor. Yüzey üzerinde görülen bu kadar çok değişkenin yanında diyebiliriz ki tek değişmez şey “martı”lardır. Elbette uçmak kavramını bize hissettiren “uçak” gibi ikinci bir simgesi daha vardır sanatçının, ancak o, azınlıkta kalan bir bütünsel yapının parçasıdır. Resimlere tek tek odaklanacak olursak, kimi zaman şehrin üzerinde hızla uçarak şehre tepeden bakan kimi zaman da durmuş uzaktan bizi seyrederken görülen martıların dikkatli ve kararlı duruşları fark edilir. Herhangi bir şeye bağlı değildirler. İstediği zaman istediği gibi gökyüzünde süzülüp, istediği yöne giderek kendi seçimlerini ortaya koyabilmektedirler. Özgürlüğü sonuna kadar yaşayan martı(lar) kendi iradesini kullanabilen bir birey gibi, varlığını resimlerde olağanca heybetiyle vurgulamaktadır. Süzülüp üzerinden geçtikleri şehrin üzerinde nazire edercesine özgürce dolaşırken, altlarından kayan giden mekanlar gibi, akan zamanı ve mekanların değişebilirliliğini de çağrıştırmaktadırlar.
Resimlerin Plastik Dili…
Peki tuval yüzeyinde plastik değerler anlamında başta martı olmak üzere diğer formlar nasıl bir araya getiriliyor? Bu noktada Deryaoğlu’nun plastik dilinde ön plana çıkan ilk öge yüzey’dir. Yüzeylerin üst üste ya da yan yana getirilerek oluşturulduğu izleniyor. Maviler, turuncular veya sarılarla tuval yüzeyinde arkadan öne doğru gelişen kompozisyonu bize hissettiren bir yapı da sunuyor sanatçı. Boyanın düz sürülmesi, iki boyutlu olan algılamayı zaman zaman hafifçe hissedilen fırça darbeleri ile duragan ve hareketli olan arasında gidip gelen bir yüzey yaratıyor. Hareket ögesi her ne kadar az da olsa bazı resimlerde kullanılan fırça darbelerinde görülse de asıl hareket yine bazı resimlerde görülen formların sanki hareket ediyormuşcasına ortaya konulmasında da gizlidir. Bu, sanki resmedilen mesela bir yeşilliğin sanki rüzgarda dalgalanıyormuşcasına yapılıyor olmasındandır. Çoğu İstanbul’a ait çeşitli kesitlerden oluşan resimler, her ne kadar yüzeyler halinde resmedilmişlerse de sanatçının daha önceki resimlerinde de görülen ve bu sergisinde de ağırlıklı olarak izlenen, bir formun düz yüzeyler halinde açık-orta-koyu tonlarda (monokrom bile olsa) resmedilmesi, hareket ögesini kuvvetlendirdiği gibi, ışık ögesinin de varlığını bize hissettirir. Ama her zaman asıl olan, renk lekelerinin ve formların birbirleriyle olan ilişkileridir. Dengeli ve sakin bir düzende kurgulanan resimlerde, detaylarda görülen kendi içindeki hareketi saymazsak, duragan yapının ön planda olduğunu söylemeliyiz. Bu noktada da sanatçının şaşırtıcı bir şekilde iki zıt kavramı yüzeyde buluşturduğunu belirtmeliyiz. Birincisi hareket (martı) ikincisi de yine az önce bahsettiğimiz iki boyutlu yüzeyler sebebiyle hissedilen duraganlık. İki zıt kavramlar sebebiyle ki zaten kuştaki hareketi daha fazla hissedebiliyoruz.
Tuval yüzeyinde Deryaoğlu’nun insan figürü olarak kendisini resmettiğini gözlemliyoruz. Bu, kendi yaşam alanından çıkan mekanlar içinde kendisini de saptamak gibidir adeta. Sanatçıyı resimlerde hep neşeli görürüz. Diyebiliriz ki izleyici ile kurduğu göz temasında, duygularının ve samimiyetinin bir ifadesi olarak kendi ruh halinin bir tezahürüdür. Bir anlamda da sanatçının ifadesiyle “izleyiciyi resmin içine çekebilme ya da resmin içindekini dışarı taşıyabilmek”tir. Bu noktada da sanatçının planlı ve vurgulamak istediği tüm kavram ve temaları düşünerek hareket ettiği görülür.
Değişim…
Sergide yer alan resimlerden “değişim” adıyla bir üçleme olarak sunulan eserlerde sanatçının, aynı kompozisyonu üç defa farklı tuvallerde, yan yana konumlandırarak yinelediği görülür. İlkinde sergideki diğer işlerle daha bir paslaşan kompozisyonun, tuvalden tuvale izledikçe, sunulan formların daha bir geometrize edildiği, son tuvalde ise soyut ifadelerin ağırlığını koyduğu görülüyor. Bu noktada serginin geneline bakacak olursak, kimi noktalarda sanatçının resmettiği yüzeylerin anlamlarından soyutlanarak, daha çok biçimleri ön plana çıkardığı görülüyor. Yani serginin genel yapısı içinde hiç de aykırı durmayan ve zaten resimlerin alt okumalarında hissedilen yapının, sanatçının bu sergisiyle birlikte daha bir görünür kılındığı izleniyor.
Son Söz “Martı”dan…
Jonathan, diğer martılardan farklı hareketleriyle hemen dikkat çekmişti sürü içerisinde. O diğerleri gibi sadece yiyecek kapmaya çalışmaz, zamanını daha çok uçmak için harcar. Bir gün yine kendi kendine uçma denemeleri yaparken, başaramayacağını hisseder ve vazgeçer. Ancak gece olmuştur. Martılarsa geceleri uçamazlar. Ve işte o noktada denemeye ve tekrar denemeye karar verir Jonathan. Artık tek bir amacı vardır… Özgür olmak… Bunu haykırır da zaten ve der ki “Özgür olabiliriz… “
(Ece Deryaoğlu Resim Sergisi Kare Sanat Galerisi 12-31 Ekim 2010)
Kaynaklar:
Richard Bach “Martı” Say Yayınları 4 Baskı 1988
(Martı'larla Uçmak adlı yazı Bosphorus Sanat Gazetesi 2010 Ekim sayısında yayınlanmıştır)