25 Kasım 2010 Perşembe

Bu kapılar 2.5 milyon dolar!

Sanatçı Ahmet Güneştekin: "Bu aslında çok mütevazı bir fiyattır"

GAZETE HABERTÜRK / HÜLYA KÜPÇÜOĞLU

Bu yıl 25-28 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek Contemporary İstanbul’a dinler temasını işleyen yapıtlarıyla katılan sanatçı Ahmet Güneştekin, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi yine ses getirecek fiyatlarıyla dikkat çekecek.

Siz her yıl Contemporary İstanbul’a ayrı bir tema ile katılıyorsunuz. Bu yılki temanız ise dinler...
Evet, bu kez de “din”leri işledim. Çünkü hassas bir konu idi. Binlerce yıl bir arada yaşamış kadim halkların, bugün adeta birbirinden koparılmaya çalışılması, böyle bir konuyu işleme nedenlerimden biri. Serginin başyapıtı “Güneşe Açılan Kapılar”. Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam kültürüne ait desenler, motifler kapıların üzerine işlendi. Bu kapıların üç ay gibi bir tasarım süreci oldu ve tasarımı bana ait. Türkiye’de ahşap üzerine çok önemli ustalar var. Ancak benim daha önceki gezilerimden bildiğim Antakya’da Ali Altun adlı usta ile çalıştım. Altı ay gibi bir süre içinde başka ustalar da yardımcı oldu. “Gelenekten Çağdaşa” başlığı ve geleneğin ülkemizde çağdaş sanatla buluşmasının en iyi referansı çıkmış oldu. Geleneksel halk sanatı, ahşap oymacılığı, yeni çağa aktarılmış ve ölümsüzleştirilmiş oldu.

Daha sonra bu kapılar ham olarak bittikten sonra özel araçlarla İstanbul’daki atölyeme taşındı. 1.5 ton ağırlığında 3x10 metre ebatlarında taşınması neredeyse olanaksız işlerdi. Bu yüzden özel araçla taşındı ve atölyemde de özel bir duvar inşa edildi. Çünkü kapıları taşıyacak duvar neredeyse imkânsızdı. Çelik konstrüksiyonlarla yeniden 15 metrelik bir duvar inşa edildi. Üzerine resimlerin ve desenlerin yapılması ise iki buçuk aylık bir süreç. Bu yapıtın başlaması bitmesi bir yılı geçti... Ben bu yapıtla ilgili birçok sanat adamını atölyeme davet ettim. Müzayede şirketleri sahibi, “art dealer”lar ve önemli koleksiyonerler ve sanat tarihçileri. Bununla ilgili neredeyse bir hafta boyunca her akşam toplantılar, yemekler, tartışmalar yapıldı ve herkesten fiyat önerisi alındı. Herkesten alınan fiyatın ortalamasını belirledik. Fiyatını çıkan ortalama fiyatın biraz altında tuttuk hatta.

DÜNYADA VAR OLMAK İÇİN
“Güneşe Açılan Kapılar”ın fiyatı ne kadar?
3x10 metrelik bu devasa yapıtın fiyatı 2.5 milyon dolar. Muhtemelen o kapıya 2.5 milyon dolar insanlara yüksek ve abartılı gibi gelecek ama kesinlikle olmadığını kabul edecekler çünkü dünyada benim yaş gurubumda pek çok sanatçının 15-20 milyon Euro’ya satılıyor resimler ve 8-10 milyon Euro’dan aşağıya resim satılmıyor. Dünya sanatında var olmak istiyorsak, yaptığımız sanatın hak ettiği değeri vermemiz gerekiyor. Ben şuna inanıyorum, bu aslında çok mütevazı bir fiyattır. Çünkü ben buna hayat verdim.

Eserlerinizin satışı ile ilgili bir ön görünüz var mı?
Önceki fuarlarda fuarın açıldığı gün eserlerim satılırdı. Bu fuarda ise daha fuar açılmadan resimlerimin yarısı satıldı. Diğer kalanlarda ise opsiyon ve talep var.

Başka hangi yapıtlarınız sergilenecek?
Semavi dinlerden önce var olan ilk yazı kaynağında geçen Nuh Tufanı, Adem ile Havva da benim için çok önemliydi. Tufan mitosu özellikle ilgimi çekiyordu ve üzerinde çalışmak istediğim bir projeydi. Bu çağda tufan nasıl olur? Bu çağda yok ettiğimiz dünyaya dair faciaları zaten yaşıyoruz. Tufan mitosunda geçen 7’ye göndermeler yaptım. 7 günde kopan 7 günde biten ve 7 bölümlü kamaradan inşa edilen bir gemi. Ve her anlamda temeli 7 ile buluşan bir yapıt. Bütün 83 parçadan oluşuyor ve çağdaş mimariye de bir gönderme var. Buna biçilen fiyat da 1.5 milyon dolar. Sergide ayrıca ikonalarla ilgili yaptığım resimler de var. Anadolu’nun pek çok yerinde kiliseden camiye dönüştürülen mekanlarla karşılaştım. Cami olan bu mekanlardaki ikonların üstüne sıvalar yapılmış ve sıvalar dökülünce altından yine ikonlar gülmeye başlamış. Bu bana ciddi bir fikir verdi: Boşluklu tuvaller oluşmaya başladı ve konu başlığı da “Ayasofya İkonları” oldu. Ayasofya’nın içindeki ikonları yorumladım. Diğer başka bir şey ise, beni takip edenler çok iyi bilirler, heykelleşmeye giden bir yolun içindeyim. Ve bu sergide “Adem’in Kaburgaları” ortaya çıktı.

‘ÇOK FAZLA ESER ÜRETMEYECEKSİNİZ’
Piyasanız nasıl bu kadar istikrarlı bir artışla ilerliyor?
Bu biraz da sanatçının cesareti veya duruşuyla ve belki biraz da zaaflarıyla ilgili... Sizin yaptığınız sanat özgünse, güçlüyse bunun piyasasının yükselmesi kadar doğal bir sonuç olamaz. Şudur; çok fazla eser üretmeyeceksiniz, toplu eserleri asla bu işin ticaretini yapanların eline vermeyeceksiniz. Kontrol tamamen sizin elinizde olacak. Fiyat istikrarını koruyacaksınız. Gerekirse piyasada sıkışıp da resminizi ucuza satan olursa, siz satın alacaksınız. Ben resim satarken şunun garantisini veriyorum, sıkıştığınız zaman kuyumcuya gidip bileziğinizi altınınızı bozdurmanız gibi getirin ben satın alayım diyorum. Bu, insanları motive eden bir şey. Dünyada da böyledir önemli sanatçıların asla fiyatlarını düşürmediği bilinir. Dünyada kriz olur ama sanat yapıtına olmaz.

Bu röportaj 23 Kasım 2010 tarihinde Haber Turk Gazetesi'nde yayınlanmıştır)

http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/573894-bu-kapilar-25-milyon-dolar

19 Kasım 2010 Cuma

Sanatın 'anarşist çocuğu'

Bubi: "Her yapıt, sanatçısı için bir intihar denemesi olmalı"


GAZETE HABERTÜRK / HÜLYA KÜPÇÜOĞLU

Sanatın 'anarşist çocuğu' olarak nitelendirilen Bubi, İstanbul Beşiktaş Çağdaş’ta 'Beş Dönem' adlı kişisel bir sergi açtı. 12 Aralık’a dek açık kalacak sergide, sanatçının sanat yaşamına dair farklı işler ve atık malzemeyi dönüştürerek hazırladığı özgün yapıtları yer alıyor. Bubi, sanatın yüceltilmesine karşı olduğunu vurguluyor.

Bazı sanat tarihçileri 18 döneminiz olduğunu söylüyor...
Sanat tarihçileri ve eleştirmenlerin kendi işlerini bizim işlerimiz üzerine yorum yaparak gerçekleştirdiklerini düşünüyorum. Bu tip yazıları veya yorumları ben birer sanat denemesi, birer sanat yapıtı olarak değerlendirmişimdir hep. Onların 18 farklı dönem diye tanımladıkları bana göre tek bir dönemin çeşitlemeleri.

İşlerinizdeki farklılaşmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben daima kendi resmime, kendi rölyefime başımı cevirdim. Dış dünyayı, şuuraltımı, isteklerimi veya özelimi sanatımda kullanmayı hiç düşünmedim. Buna karşın acemilikten kaynaklanan hatalarımı kullanmaktan da hiç çekinmedim. Örneğin gereğinden fazla sulandırdığım boya yüzeyde akıtmalara neden olmuşsa ve bu akıtmalar hoşuma gidip dikkatimi çekmişse daha sonra sırf akıtmalara dayanan işler ürettim. Yani belirli kalıplar içinde üretim yapmadım, farklıya çıkmışsam orada yürümekten çekinmedim. Ümmi olmanın tüm avantajlarını kullandım, özellikle öğrenmemeye ve bilmemeye çalıştım. Bilmenin beni tökezletmesine izin vermedim.

Rastlantının işlerinizdeki payı?
Tesadüflere daima çok şans tanımışımdır. Adada malzemesiz kalmıştım, bir ara kayınvalidemin dikiş kutusu gözüme takıldı. İçinde çeşitli renkte iplikler görünce birden onlarla bir şey yapabileceğimi gördüm ve dikişli işlerim ortaya çıktı. Dikkat ederseniz “Gördüm” diyorum. Evet ansızın işin bitmiş halini sanki görüyorum.

Yani bir konsantrasyon içinde üretim yapıyorsunuz...
Bugüne kadar yalnızca kendimi bırakmayı hiçbir şekilde direnmeden kendimi bırakmayı öğrendim. Özellikle öğrenmemeye çalıştım. Bilgi hüner yetenek gibi Rönesans kavramlarını, ayağıma dolaşmamaları için birer safra gibi attım. İşlerimde politik düşüncelerimi, zevklerimi, cinsel fantazilerimi kullanmam. Bunları kullanarak işlerimi taciz etmem. Örneğin “Babam bizi terk etmişti, annemle biz baş başa kalmıştık” gibi yaşanmış şeyleri kullanmayı sevmem. Bunları kullanmak bana öncelikle bir sırrı ifşa etmek gibi gelmiştir. Sanattaki “ben” veya “benle ilgili” şeyler nedense bana hep komik gelmiştir. İşlerimde ben önce kendim gibi olmaktan vazgeçtim. Daha da ilerisi, bence her sanat yapıtı sanatçısı için bir intihar denemesi olmalıdır. Kendi kimliğinizi, özelinizi, tecrübelerinizi yok etmediğiniz sürece sanat üretemezsiniz. Üretilen iş yalnızca benzer çeşitlemeler, tekrarlar olur. Öncelikle, birinci tekil şahıstan kurtulmamız lazım.

O zaman kendinizi sadece yapıp-etme anlamında işi yapan kişi olarak mı konumlandırıyorsunuz?
Evet, Ben bir işçiyim. Konsantrasyon içinde bilmeden uyguluyorum. Uyanınca işi üretmeye devam edersem çoğunlukla iş bozulmaya, sıradanlaşmaya başlar. Bilgilerinizi kullandıkça iş ölmeye başlar, oysa siz kendinizi bıraktığınızda o iş kendi kendisini götürür. Siz bilgilerinizle, tecrübelerinizle farkında olmadan o akışa bir engel olursunuz. Farkında olmadan durdurursunuz akışı.

Söylediklerinizden sanatınızda mantıksal yanı geriye çektiğinizi algılıyorum...
Evet mantık diye bir şey yok. Bir apartmanın 10. katından aşağıya atlamak gibi bir şey bu. Reel dünyanın aksine sanatta atlayabilirsiniz ve aşağıya düştüğünüz an hiçbir yeriniz acımaz. Yine ayağa kalkabilirsiniz. Sanatın özgürlüğü sanatın hoşluğu ve farklılığı budur. Belki de korunması gereken kısmı, yaşamın izleyicisi, taklitçisi olması değil, bir alternatifi olmasıdır onu önemli kılan. Bunun tam tersini iddia edenler de var. Bir ara “Tamamıyla kişiliksiz, kim tarafından yapıldığı bilinemeyecek bir sanat yapılabilir mi?” diye bir takıntım olmuştu. “Şuuraltım var, fırçayı sürüşümde bile var” gibi açıklamalarımı hatırlıyorum. “Bunlardan nasıl kurtulurum?” diye düşünüp, motifli işlerimi yaptım. Bugün onlara baktığım zaman, “Bunları acaba kim yaptı?” diye düşünebilecek kadar kişiliksiz işler olduğunu görüyorum. Evet bu işlerim planlı, tasarımlı işler ama yine de en azından hepsinde kişiliğimi ortadan kaldırmaya çalışmışım.

Çöplerdeki atıkları kullanırkenki amacınız neydi?
Bir ara çöpten topladığım parçalarla oluşturduğum rölyeflerin yanında altın kaplamalar kullandım veya çöpten toplanan malzemeleri altın varakla kapladım. Toplumdaki kemikleşmiş gibi duran alçakla yükseği değerli ve değersizi iç içe soktum. O zamanlar bu yaptığım işler birilerine itici ve abartılı gelmişti. Zaman beni haklı çıkardı.

Bireyi tüm kimliklerinden arındırarak belki, çünkü farklı bireylere ait malzemeleri bir araya getiriyorsunuz. Bu noktada salt tek bir birey olarak tüm kimliklerden arındırarak oradaki herkesi topladığınızı söyleyebilir miyiz?
Bu tanım, bugüne kadar benim için yapılan en doğru ve kuşatıcı tanımlamalardan biri. Birey çok küçük bir ayrıntı, oysa evrende bir havuz var. O havuzdan bir şeyler borç alabiliriz. İşte konsantrasyon içindeki üretim böyle bir şey, kişiliğini taşımadan tüm insan üretimlerine, hafızalarına ulaşmak böyle bir şey. Bunun da olmazsa olmaz şartı, kişiliğinden kimliğinden uzaklaşmak...

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal ile çöp arabasına eserlerinizi yüklerken çektirdiğiniz fotoğraf da çok konuşuldu...
Sanatın yüceltilmesi, müzelerde kutsal emanetler gibi saklanması bana hep anlamsız gelmiştir. Bu yüzden onları diğer atıklarla birlikte çöpe atmayı düşündüm. Başkana rölyeflerimi çöpe atarken çekilmiş görüntümü billboard’larda kullanmak istiyorum dediğimde, “Tabii hatta ben de seninle birlikte o karede yer alırım” yanıtını aldım. Doğrusunu söylemek gerekirse ancak hayalini kurabileceğim bir etkinlik, bir performans, başkanın sanatseverliği sayesinde kendiliğinden oluştu. Bu ara başkanın özellikle politik kariyeri düşünüldüğünde aldığı risk azımsanacak bir şey değil. Kendisini çok takdir ediyorum.

Serginizle ilgili yapılan bir röportajda Nahit Kabakçı’nın atölyenize çöp ev dediğini söylemişsiniz...
Nahit Bey atölyemi çöp evlere benzetirdi. Ağırladığı Batılı sanat tarihçileri ve müzecileri mutlaka bana yönlendirir ve "Gelin bir çöp atölye görün" derdi. Bir yerde işlerim kadar çöp atölyemi de vurgulardı.


http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/572512-sanatin-anarsist-cocugu

(Bubi röportajı Haber Turk Gazetesi'nde 18 Kasım tarihinde yayınlanmıştır)

2 Kasım 2010 Salı

Devabil Kara’nın balinaları

'Dilin Söyleyemedikleri' adlı sergisinin son bölümü 'Yol–İz Bellek' adıyla Pg Art Space'de


GAZETE HABERTÜRK / HÜLYA KÜPÇÜOĞLU

Uzun zamandır iz, bellek ve geçmiş zaman üzerine odaklanarak sanat dilini oluşturan Devabil Kara, sergisinin son ayağında sadece tuval çalışmalarıyla değil, 'Beyaz Balina' adlı heykel çalışmasını ve neon ışıkları kullanarak gerçekleştirdiği izleri de sunuyor. 22 Kasım tarihine kadar izlenebilecek sergisi üzerine sanatçıyla görüştük.

■ Çalışmalarınızın genelinde tarihsel ya da arkeolojik birtakım izler söz konusu. Farklı mekânlardaki izler ve bu izlerin mekânla birlikte söylediği şeyler neler?

İzler bakan kişiyi aslında orada olmayan nesnelere dair ilişkiler kurmak için zorlarlar. Tek yapmamız gereken onları takip etmek. Eğer takip edersek mekâna ait hikâyelere bizi götüren bir kılavuz olduklarını görürüz. Mekânın bilgisini barındırırlar, ancak bu bilgi rasyonel bir dizini içermez daha çok sezgisel bir bilgiden söz edebiliriz. Biz bu izlerle mekanın içerisinde yankılanan bir hikayeyi hissederiz. Bir tür geçmişe yolculuk yaşarız. Aslında mekanın belleği üzerinden yaşadığımız deneyimlediğimiz, mekânın hikâyesinden çok kendi duygu ve sezgilerimizin yaratısıdır. Tarihsel belleğin güncele ve geleceğe aktarılması olarak tanımlayacağım bu yolculukta bıraktığım izler mekânların geçmiş referanslarıyla buluşarak yeni söylemler oluşturuyorlar.

■ Çalışmalarınıza farklı bir plastik öge olan ışık ögesini de katıyorsunuz. Işığı çalışmalarınızda nasıl konumlandırıyorsunuz?

Serginin son ayağını oluşturan PG Art Space Galerisi duvarına bıraktığım iz, mekânda geçiçi bir bellek oluşturmaktadır. Sadece sergi süresince varlığı devam edecek ve sadece bu sergiyi izlemeye gelen izleyici için varlık ve anlam taşıyacak. Işıkla yapmış olduğum balina izleyiciyi sessizliğe ve meditasyona davet etmektedir. Balina figürü kendi doğal ortamında yani derin denizde kütlesi ve ağır gibi algılanan hareket biçimi ile doğal olarak dinginliği, durağanlığı çağrıştırır. “Kırmızı ışık balina” adlı ışık enstalasyonu ile mekânın çevresiyle olan durağan ilişkisine farklı bir yaklaşım getirmek istedim. Işıgın plastiği sergideki “beyaz balina “heykelinin iki boyutlu temsili durumundadır. Neon ışık eneji ve modern hayatın sentetik enerjisini temsil etmekle birlikte durmayı, düşünmeyi bu şartlar altında bile olanaklı kılıyor.

BALİNALAR NEYİ TEMSİL EDİYOR?

"Balina aslında benim için zaman içinde olayların, nesnelerin mekânda üst üste bıraktığı izler gibi, zamanın insanın yalnız, derinde ve büyük benliğini, egosunu, anılarını temsil ediyor. Balinalar birbirleri ile iletişimi ve kendi konumlarını sonar ses sistemleri ile sağlarlar. Önce kendileri ses verir, bunun maddeler üzerinden kendilerine yansımasını beklerler. Böylece nerede olduklarını, nereye gittiklerini bilirler. Sanırım biz de sesimizi zaman zaman içimize yönlendirmeli ve oradan gelen yankılarla bu dünyadaki yerimizi tespit etmeliyiz."

BELLEĞİ TEKRAR OLUŞTURMAK
"Mekân bellekleri üzerinden ulaşmak istediğim her izleyicinin kendi belleğini tekrar oluşturmasına bir fırsat yaratmak."


(Devabil Kara Röportajı 2Kasım 2010 tarihinde Haber Turk Gazetesi'nde yayınlanmştır)