Bubi: "Her yapıt, sanatçısı için bir intihar denemesi olmalı"
GAZETE HABERTÜRK / HÜLYA KÜPÇÜOĞLU
Sanatın 'anarşist çocuğu' olarak nitelendirilen Bubi, İstanbul Beşiktaş Çağdaş’ta 'Beş Dönem' adlı kişisel bir sergi açtı. 12 Aralık’a dek açık kalacak sergide, sanatçının sanat yaşamına dair farklı işler ve atık malzemeyi dönüştürerek hazırladığı özgün yapıtları yer alıyor. Bubi, sanatın yüceltilmesine karşı olduğunu vurguluyor.
■ Bazı sanat tarihçileri 18 döneminiz olduğunu söylüyor...
Sanat tarihçileri ve eleştirmenlerin kendi işlerini bizim işlerimiz üzerine yorum yaparak gerçekleştirdiklerini düşünüyorum. Bu tip yazıları veya yorumları ben birer sanat denemesi, birer sanat yapıtı olarak değerlendirmişimdir hep. Onların 18 farklı dönem diye tanımladıkları bana göre tek bir dönemin çeşitlemeleri.
■ İşlerinizdeki farklılaşmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben daima kendi resmime, kendi rölyefime başımı cevirdim. Dış dünyayı, şuuraltımı, isteklerimi veya özelimi sanatımda kullanmayı hiç düşünmedim. Buna karşın acemilikten kaynaklanan hatalarımı kullanmaktan da hiç çekinmedim. Örneğin gereğinden fazla sulandırdığım boya yüzeyde akıtmalara neden olmuşsa ve bu akıtmalar hoşuma gidip dikkatimi çekmişse daha sonra sırf akıtmalara dayanan işler ürettim. Yani belirli kalıplar içinde üretim yapmadım, farklıya çıkmışsam orada yürümekten çekinmedim. Ümmi olmanın tüm avantajlarını kullandım, özellikle öğrenmemeye ve bilmemeye çalıştım. Bilmenin beni tökezletmesine izin vermedim.
■ Rastlantının işlerinizdeki payı?
Tesadüflere daima çok şans tanımışımdır. Adada malzemesiz kalmıştım, bir ara kayınvalidemin dikiş kutusu gözüme takıldı. İçinde çeşitli renkte iplikler görünce birden onlarla bir şey yapabileceğimi gördüm ve dikişli işlerim ortaya çıktı. Dikkat ederseniz “Gördüm” diyorum. Evet ansızın işin bitmiş halini sanki görüyorum.
■ Yani bir konsantrasyon içinde üretim yapıyorsunuz...
Bugüne kadar yalnızca kendimi bırakmayı hiçbir şekilde direnmeden kendimi bırakmayı öğrendim. Özellikle öğrenmemeye çalıştım. Bilgi hüner yetenek gibi Rönesans kavramlarını, ayağıma dolaşmamaları için birer safra gibi attım. İşlerimde politik düşüncelerimi, zevklerimi, cinsel fantazilerimi kullanmam. Bunları kullanarak işlerimi taciz etmem. Örneğin “Babam bizi terk etmişti, annemle biz baş başa kalmıştık” gibi yaşanmış şeyleri kullanmayı sevmem. Bunları kullanmak bana öncelikle bir sırrı ifşa etmek gibi gelmiştir. Sanattaki “ben” veya “benle ilgili” şeyler nedense bana hep komik gelmiştir. İşlerimde ben önce kendim gibi olmaktan vazgeçtim. Daha da ilerisi, bence her sanat yapıtı sanatçısı için bir intihar denemesi olmalıdır. Kendi kimliğinizi, özelinizi, tecrübelerinizi yok etmediğiniz sürece sanat üretemezsiniz. Üretilen iş yalnızca benzer çeşitlemeler, tekrarlar olur. Öncelikle, birinci tekil şahıstan kurtulmamız lazım.
■ O zaman kendinizi sadece yapıp-etme anlamında işi yapan kişi olarak mı konumlandırıyorsunuz?
Evet, Ben bir işçiyim. Konsantrasyon içinde bilmeden uyguluyorum. Uyanınca işi üretmeye devam edersem çoğunlukla iş bozulmaya, sıradanlaşmaya başlar. Bilgilerinizi kullandıkça iş ölmeye başlar, oysa siz kendinizi bıraktığınızda o iş kendi kendisini götürür. Siz bilgilerinizle, tecrübelerinizle farkında olmadan o akışa bir engel olursunuz. Farkında olmadan durdurursunuz akışı.
■ Söylediklerinizden sanatınızda mantıksal yanı geriye çektiğinizi algılıyorum...
Evet mantık diye bir şey yok. Bir apartmanın 10. katından aşağıya atlamak gibi bir şey bu. Reel dünyanın aksine sanatta atlayabilirsiniz ve aşağıya düştüğünüz an hiçbir yeriniz acımaz. Yine ayağa kalkabilirsiniz. Sanatın özgürlüğü sanatın hoşluğu ve farklılığı budur. Belki de korunması gereken kısmı, yaşamın izleyicisi, taklitçisi olması değil, bir alternatifi olmasıdır onu önemli kılan. Bunun tam tersini iddia edenler de var. Bir ara “Tamamıyla kişiliksiz, kim tarafından yapıldığı bilinemeyecek bir sanat yapılabilir mi?” diye bir takıntım olmuştu. “Şuuraltım var, fırçayı sürüşümde bile var” gibi açıklamalarımı hatırlıyorum. “Bunlardan nasıl kurtulurum?” diye düşünüp, motifli işlerimi yaptım. Bugün onlara baktığım zaman, “Bunları acaba kim yaptı?” diye düşünebilecek kadar kişiliksiz işler olduğunu görüyorum. Evet bu işlerim planlı, tasarımlı işler ama yine de en azından hepsinde kişiliğimi ortadan kaldırmaya çalışmışım.
■ Çöplerdeki atıkları kullanırkenki amacınız neydi?
Bir ara çöpten topladığım parçalarla oluşturduğum rölyeflerin yanında altın kaplamalar kullandım veya çöpten toplanan malzemeleri altın varakla kapladım. Toplumdaki kemikleşmiş gibi duran alçakla yükseği değerli ve değersizi iç içe soktum. O zamanlar bu yaptığım işler birilerine itici ve abartılı gelmişti. Zaman beni haklı çıkardı.
■ Bireyi tüm kimliklerinden arındırarak belki, çünkü farklı bireylere ait malzemeleri bir araya getiriyorsunuz. Bu noktada salt tek bir birey olarak tüm kimliklerden arındırarak oradaki herkesi topladığınızı söyleyebilir miyiz?
Bu tanım, bugüne kadar benim için yapılan en doğru ve kuşatıcı tanımlamalardan biri. Birey çok küçük bir ayrıntı, oysa evrende bir havuz var. O havuzdan bir şeyler borç alabiliriz. İşte konsantrasyon içindeki üretim böyle bir şey, kişiliğini taşımadan tüm insan üretimlerine, hafızalarına ulaşmak böyle bir şey. Bunun da olmazsa olmaz şartı, kişiliğinden kimliğinden uzaklaşmak...
■ Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal ile çöp arabasına eserlerinizi yüklerken çektirdiğiniz fotoğraf da çok konuşuldu...
Sanatın yüceltilmesi, müzelerde kutsal emanetler gibi saklanması bana hep anlamsız gelmiştir. Bu yüzden onları diğer atıklarla birlikte çöpe atmayı düşündüm. Başkana rölyeflerimi çöpe atarken çekilmiş görüntümü billboard’larda kullanmak istiyorum dediğimde, “Tabii hatta ben de seninle birlikte o karede yer alırım” yanıtını aldım. Doğrusunu söylemek gerekirse ancak hayalini kurabileceğim bir etkinlik, bir performans, başkanın sanatseverliği sayesinde kendiliğinden oluştu. Bu ara başkanın özellikle politik kariyeri düşünüldüğünde aldığı risk azımsanacak bir şey değil. Kendisini çok takdir ediyorum.
■ Serginizle ilgili yapılan bir röportajda Nahit Kabakçı’nın atölyenize çöp ev dediğini söylemişsiniz...
Nahit Bey atölyemi çöp evlere benzetirdi. Ağırladığı Batılı sanat tarihçileri ve müzecileri mutlaka bana yönlendirir ve "Gelin bir çöp atölye görün" derdi. Bir yerde işlerim kadar çöp atölyemi de vurgulardı.
http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/572512-sanatin-anarsist-cocugu
(Bubi röportajı Haber Turk Gazetesi'nde 18 Kasım tarihinde yayınlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder