20 Ekim 2011 Perşembe

"Türk sanatı henüz oluşmuş değil"

Ergin Çavuşoğlu, Rampa’da açtığı “Başkalık” adını taşıyan sergisinde eski ve yeni işlerini bir araya getiriyor. Sergi üzerine konuştuğumuz Çavuşoğlu, Türk sanatının henüz oluşmadığını ama bunun olumsuz bir durum olmadığını belirtti.


20 Ekim 2011 Perşembe, 11:57:18

Hülya Küpçüoğlu

‘Başkalık’ adlı serginize gelecek olursak, sergi kapsamındaki işleriniz farklı yıllara ait. Neye göre eser seçimi yapıldı?

- Seçimi tamamen konseptual ve benim için devamında bir öykünün oluşması önemliydi. Seçtiğim yapıtların başlangıç noktası Kristal & Alev video enstalasyonunda işlediğim konular ve onların irdelenmesidir. Kurgulanmış sergi bir inşaat yapısı gibidir ve her öge önemli bir parçadır. ‘Başkalık’ sergisi çağdaş sanat tarihi, tiyatro ve sinema, ve şiirsel, felsefi, moral, etic vs. konulara kadar farklı boyutlarda konsept ve referanslardan oluşturmaktadır.

Yaşamızını İngiltere’de sürdürüyorsunuz. Oradan Türkiye’ye baktığınızda nasıl bir sanat ortamı görüyorsunuz?

- Sanat ortamı Türkiye’de hızla değişmekte ve henüz değerlendirilmesi çok zor. Buna ilave daha henüz Türk sanatı diye birşey oluşmuş değil ve belki de oluşmaması daha iyi. Benim bahsettiğim Meksika, Belçika ve ya İngiltere’de YBA çağdaş sanatı gibi, ortak noktalar ve belli bir duyarlılık bulunması. Bunu oluşturabilmek için sanatçılar arasında ve sanatçılar ve kurumlar arasında bir anlayış birliği olması ve destek gerekmektedir.

‘Türk sanatı oluşmamış ve belki de oluşmaması daha iyi’ derken neyi kast ettiğinizi açabilir misiniz?

Benim kast ettiğim çağdaş sanat alanında bir école, tarz oluşumudur. Özellikle Avrupa ve Amerika dışı ülkeleri Meksika, Çin veya Brezilya’ya baktığınızda sanatçıların ürettikleri işler arasında birliktelik ve ya bütünlük söz konusudur. Bu hem konusal hem de kullandıkları malzemelerde gözlenebilir. Yapıtları gördüğünüzde nereden geldikleri söyleyebilirisiniz. Türkiye’de sanata ve genel kültürel etkileşimlere baktığınızda çok espaslı ve eksenli bir anlayış söz konusudur. Tahminim geo-politik, sosyal ve kültürel yapıdan kaynaklanan bir durum bu. Oluşmaması daha iyi dediğim ise bir nevi serbestlik ve daha evrensel bir dil arayışı getirmesi anlamında.


11 Ekim 2011 Salı

HAYATA GEL!

Safiye Mine Erdurak, sadece sanat alanında değil, son yıllarda özellikle çocuklarla yaptığı çalışmalarla da gündemde yer buluyor. Kasım ayı içinde Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Sanat Galerisi’nde ‘Hayata Gel’ adlı kişisel sergisi açılacak olan sanatçı, kendisi, sanatı ve sergisi ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

Hülya Küpçüoğlu/Dekorasyon Dünyası Ekim-Kasım sayısı

Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?

1977 Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş bölümü Halil Akdeniz Atölyesi’nden mezunum. Sanat eğitimimi 21 yıl devlette de resim öğretmeni olarak değerlendirdim. Ve bu süre bana şimdilerde devam ettiğim çocuk atölyelerinde sanat -terapi konusunda oldukça deneyim kazandırdı . Çocuklar için oyun projeleri geliştirdim ve yine onlar için ‘’her çocuğun bir öyküsü olsun’’ projemi Beyoğlu ‘nda uyguladım kitaplar resimledim. Sonra kendimi, hayatın içerisinde nasıl ifade edebildiğimi resimlemeyi başardım ve bu halen yaşamın içerisinde var olabilmenin naif tadıyla devam ediyor. Atölye çalışmalarımın dışında Piramid Sanat Sanat Atölyesi’nde çocuklar ile hafta sonları sanat eğitimi dersleri veriyorum. Ayrıca Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Genel Sekreteri olarak çalşmalarımı sürdürüyorum.

Çalışmalarınızı yaparken nasıl bir süreç geçiriyorsunuz?

Sürekli çalışırım. Tuvallerimde son ana gelinceye kadar kağıtlar kısa notlar arkadaşlar anımda etrafımda olan biten düşüncelerime yerleşir ve sonra renklenerek boyalar ile bezler üzerine geçer. Günün başlaması sabah uyandığınız andan itibaren sizi etkileyen ve duyarlı olduğunuz şeyler içinizde yer eder bunların olgunlaşarak renklenmesi bir süreçtir. Ve konu önden belirlenmez çalışmalarımda her an her şey düşünülür, karalanır, eskizlenir ve gerçek kimliklerini alana dek uzun bir çalışma temposu ardından sunum gelir. Coşkulu kalabalıklar, yoğunluklar beni besler, sessizliğimde sesim olacak işlerim böylece yavaş yavaş ortaya çıkar.

Hayatın içine çıkıyor yani…

Çağırılan ben mi? Yoksa yaptıklarım mı? Hayatın içinde mi bilemiyorum ama o iç sesim bana her zaman algılarımda var olduğumu hissettiren işlerimi ortaya çıkartıyor. Tüm zorluklarla uğraşırken, karşımdaki bez parçası bana boya diye sesleniyor… Ayrılıklara dayanamam, hemen işe koyuluyor ve kendimle savaşmaya başlıyorum. İzleyiciye düşünme payı bırakarak ne yapmayacağımı bilerek, en güzeli de bu zaten…

Kullandığınız figürleri tanımlayabilir misiniz?

Hayatın kendisi… Siz, ben, onlar, bizler ama bazen liderler ama bazen sürüngenler ya da beni bekleyen dostlar… kimlikleri yaşamın içinden seçiyorum ama bire bir olmuyor figürlerim. Sizi yıllar önce etkilemiş ya da unuttuğunuzu sandığınız acılı, güzel her şey kimlikleniyor. İşlerimin çok güzel olması söz konusu değil, anlattığınız şeyleri yaşadıktan sonra, onlarla birlikte ortaya çıkarılan fantastik ögeler sadece…

Son serginizi adı ‘hayata gel’… Hayat sizin için ne anlam ifade ediyor?

Yoğun bir çalışma tempom var .Sanat derneğinin sorumlulukları , çocuklar , aile… Yoğunluğumu işlerime aktarıyorum. ‘HAYAT A GEL’ bu şekilde ortaya çıktı. Ama tek bir sözcükle hayatı tanımlamam gerekirse ‘Armağan’ diyebilirim… ‘Hayata gel’ derken ‘ohhh ne güzel geziyor, gülüyor, eğleniyoruz, yaşıyoruz kime ne? bana ne?’ değil. Anladıklarımızı ne kadar aktarabiliyoruz? Ne anlatıyoruz? Nedenlerin çoğalması zorlukların artması, içimdeki sevgiyi, nefreti, erotizmi anlatabilmek istiyorum. Bu, sanatın var olma değerinin temel taşı, özgür düşüncenin düşünebilmenin kimliğini keşfetme sürecidir. Evet herkes yaşıyor kendince ama sanatçı sıradan insanlar gibi düşünemediğinden ilk önce kendi yaşamını sorgulayacaktır. Hayata nasıl baktığınızla ilgili aslında, ‘’gel’’ demem bu yüzden. Ben burada hayatı hafife alan bir tavrın aksine, onun tüm zorluklarını anlamaya çalışmakla geçiriyorum zamanımı.

Hayata gel derken bir eleştiri de söz konusu mu?

Eleştiri derken farklı yaşam kalitesinden söz etmiyorum. İnsan doğar, yaşar ve ölür. Bu sürece kim ne kadar değer kılabilir? Her koşulda ve her farklı alanda yaptıklarınızı iyileştirmeyi başarabiliyor musunuz? Yoksa bunlar hiç derdiniz değil, uyurum, yerim, çalışırım denen çarkın içerisinde kayboluyor ve ruhunuz için, kendiniz için bir şeyler yapmıyor musunuz? Burada eleştiri derken bireyin ilk önce kendini doyurmasını, ruhunu beslemesini ve sanatı izlemesini istiyorum. Ürettiklerimizi anlamak için en az sevdiğiniz ne ise onu yapmakla başlayın diyorum. Yani sen geleceksin hayata ben geleceğim, o gelecek, bizler, sizler ve onlar paylaşımlarımızla birbirimizi anlayarak yapıcı eleştiriler ile var olacağız

Biraz da sergideki işlerinizden bahseder misiniz?

Sergideki işlerim tekstil malzemeler bunlar koton, saten ve çarşaflar üzerine yaptığım işler var. Farklı ebadlarda, karışık teknikte yaptığım renkçi, lekeci resimlerim var.