28 Aralık 2011 Çarşamba
'Gelecek program karşınızda!
Hülya Küpçüoğlu/Haber Türk Gazetesi 28.12.2011
Gelecek programda neler var?
Gelecek program, gelecek olanı iple çekmekle alakalı. Şu an burada duruyorsunuz ama aslında ileri bir noktada gelecekte olmak istiyorsunuz. Onun tatlı beklentisi içindesiniz. İçinde bulunduğunuz an bir şekilde, belki yeterince sizi tatmin etmiyor o yüzden gözlerinizi ileriye dikmişsiniz ve gelecekten bir şeyler bekliyorsunuz. O arada bir zaman var ve o bekleme halini anlamlandırmak gerekiyor. Çünkü kuru kuru beklemek de olmuyor. Benim için bu serginin muhteviyatı böyle…
Peki siz bu sergi ile o bekleme sürecini mi anlamlandırıyorsunuz?
Orada hala gelecek program diye duran bir şeye bakıyorsanız, daha o film oynamaya başlamadı demektir. Burada bir tür gelecek kurgusu, beklentisi ve sorgulamasının yapıldığı bir süreç bu. O geleceğin henüz burada olmadığı, belki onu beklemenin anlamının da sorgulandığı, bekleyişin de sınandığı bir durum söz konusu. Gelecek program karşınızda duruyor, siz ona erişmeye ya da kendi aranızda ilişki kurmaya çalışıyorsunuz. Bu tamamen gelecekte bir aile kurma fikrinin, gelecekte bir aile kurgusu içinde yer alıp alamayacağına dair kaygıların bir yer de telaffuzu oldu benim için.
Feminen bir sergi diyebilir miyiz?
Feminen bir sergi diyebiliriz. Davetiyedeki çiçek de öyle, neredeyse bir düğün davetiyesi gibi ama kendi içinde hüzünlü bir tarafı da var. Belki olmamış, olamamış bir düğün gibi… Hüznü umudu, kendice yeniden yapılanma çabasını, kadınlar arası paylaşmayı, dert ortaklığını bütün bunları görselliyor.
Basın bülteninizde deneysel bir üretim sürecine dayalı işler verdiğiniz söyleniyor. Sanatçılar genelde tek bir üslup çerçevesinde çalışırlar, sergilerinizin tamamı düşünüldüğünde bunun bilinçli olduğu düşünülüyor. Sizce?
Bence bu bizim çağımıza uygun bir yaklaşım. Boyaysa boya, resimse resim, bunun bir araç olarak görülüp bir tür teknik bir virtüezite arayışı içinde kaybolmaktansa, böyle bir şey peşinde koşmaktansa, orada da insan kendi doğrusunu belirliyor ama benim derinleşmek istediğim şey bu olmadı. Benimkisi belki daha çok açlıktan ya da dikkatimin çok yönlü olmasından... Zihin yapım tek bir odağa sabitlenmeyi çok sevmediğinden... Bugüne değin konuları hep parçaladım ve çok sayıda ve farklı yüzeylere dağıtıp, sonrasında sergi bünyesinde yeniden birleştirmeyi seçtim. Hiçbir resim diğerine benzemiyordu! Bu sergide yine de serilerin akmaya başladığı görülüyor ki bu, benim sergilerimde büyük bir sıçrama. 10 senden sonra seriler halinde işler üretmeye başladım. Diğer sergilerimde durmaksızın bir konudan diğerine atlıyordum."Belki zihin de zamanla duraganlaşıyor. Bütününde benim sergilerimde bana ait, bana ait bir şey de var. Bu yönden üslübu yok demek de yanlış olur. Bu serginin başka kimsenin sahip olmadığı bana ait bir duygusu ve görsel kurgusu var. Belki üslup sözcüğünü resim içindeki geleneksel bir arayış olarak okumaktan çıkarıp, sergilerin bütününe bakmak gerek. Tahmin ediyorum ki birçok izleyicim buraya gelip, benim sergim olduğunu bilmeseler, bu Leyla Gediz’in sergisi diyebilirler…
24 Aralık 2011 Cumartesi
'Ruhun Dili En Yoğun Dildir'
Belçikalı sanatçı Johan Tahon Çinili Köşk’te açtığı ‘Arche’ adını taşıyan sergisini İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Özil Koleksiyon ortaklığında sundu. Sanatçı son yıllarda çalışmalarını sürdürdüğü İznik’te, tanıma fırsatı bulduğu Kuvars seramik yöntemi ile yaptığı çalışmalarıyla bu kez karşımızda idi.
Hülya Küpçüoğlu / Dekorasyon Dünyası Dergisi Aralık-Ocak sayısı
Son çalışmalarınızda İznik seramikleri etkisiyle gerçekleştirdiğiniz heykeller var. İznik’te araştırmalar yaptığınızı da biliyoruz. İznik’le yolunuz nasıl kesişti?
İstanbul galericim Dağhan Özil, İznik’te çalışma şansını bana yarattı. 2007 yılından beri senede 2,3 kere gidip çalışıyorum. İlk önce eski İznik yöntemiyle seramik yapmayı, süslemeyi öğrendim. Daha sonra İznik seramiklerinin tarihini araştırmaya ve bu eski yöntemle- Rölyef Kırmızı ve şahane mavi ile- yeni şeyler yapmaya başladım. Son zamanlarda kendi seramiklerimde de aynı kuvars seramik atmosferi olmaya başladı. Bazen benim alçı heykellerimle bunları birleştiriyorum.
Şu anda izlenmekte olan serginizi de Çinli köşk’te yapıyorsunuz. İzleyici nasıl bir birliktelik görecek?
Eski eserler ve yeni eserler arasındaki bağı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Psikolojide "özbenlik" kavramı ile yakın temas içinde olan ARCHE bizim içimizdeki en derin temel noktadır. Varoluşun en güzel ve eksiksiz formudur. İnsanlar hayatları boyunca bunun arayışındadırlar ama büyük çoğunluk yanlış yerlere bakar, yanlış yerde arar. Ruhun dili en yoğun dildir. İşte Arche, bize bunu hatırlatır. Heykellerimin bu noktaya dikkat çekmesini istiyorum, hepimizin ihtiyacı olan geçmişten gelen en temel ihtiyacımızla bizi karşı karşıya bırakması/ yüzleştirmesi... Seramik heykellerim içimizde yaşayanın ne olduğunu göstermeyi, ifade etmeyi ve içselliği izleyici ile paylaşmayı deniyor. Umarım ziyaretçiler bunu görebilirler, anlayabilirler, farkına varabilirler.
Cevap bulmayı çok istiyorum ama hiç cevap verilememiş bir soru, bu yüzden hayallerime devam edeceğim. Beni yaşatan –tam ifade edemesem de- Otantik şiir güzelliği ve insan sevgisi. Sadece bunlar var elimde… Sonsuz evrende sevgi dolu insan olmak ve bunu ifade etmek, bu olgunun tanrı olduğunu düşünüyorum. Ya da sanırım tanrıyı anlamak demek de bu olmalı.
16 Aralık 2011 Cuma
'Plansız şehrin şiirselliği'
Emre Tandırlı,"Süpriztepe" adlı sergisinde plansız kent mimarisini ve İstanbul'u lirik bir manzara resmi gibi kurguluyor. "Beton yığını" ifadesine alternatif bir bakış getirdiğini söyleyen Tandırlı, Mabeyn Galeri'de 31 Aralık'a kadar sürecek sergisiyle ilgili sorularımızı yanıtladı
“Sürpriztepe” adı nereden çıktı?
Daha önceki sergilerimde de İstanbul kentinin çok göz önünde olmayan semtlerini ele alıyordum. Bu sergide “tepe” sözcüğü ile biten semtlere gönderme yaparak, böyle bir isim belirledim. Bir de şöyle bir düşüncem vardı; öyle bir kentte yaşıyoruz ki, kentin ana caddelerinden ayrılıp sokak aralarına girdiğimiz zaman, bu yolların sonlarında inanılmaz görüntülerle karşılaşıyoruz. Özellikle plansız gelişen kent görünümleri ile adeta görsel bir şölen havasında da algılanabiliyorlar. Söz konusu bumuhteşemgörüntülerin resimlerini yapmaya çalışıyorum. 18. ve 19. yüzyıl Batı resminde doğanın şiirselliğine, yani pastoral ifade biçimlerine sıklıkla rastlamaktayız manzara resimlerinde. Ben bu ifade biçimini plansız gelişen bu içinde yaşadığımız kente uyarlamaya çalıştım. Başka bir deyişle, plansız gelişen dokunun şiirselliği üzerine gitmeye çalıştım. Söz konusu gizemli ara sokakların derinliklerinde karşımıza çıkan, bir yamacın bitip başka bir yamacın karşımıza gelmesiylemüthiş panoramaların oluştuğunu ve bunun her defasında değişik iklimve ışık koşullarında sürprizle örülü olduğunu belirtmek isterim. Ancak tabii ki bu sürprizler sunanmuhteşemsemtlerde yaşayan insanların daha çok işlevselliğe adanmış yaşamtarzları söz konusu.
‘RESİMLER HİCİV BARINDIRIYOR’
- “Bu semtlerde yaşayan insanların işlevselliğe adanmış yaşamtarzı” derken neyi kastediyorsunuz?
İşçi sınıfını ve o bölgelerdeki ekonomik koşulları da düşünürsek daha işlevselliğe dayalı bir yaşamsöz konusu. Kendi içinde estetiğe önemvermeksizin, sadece kolonları veya tuğlaları ile çıkılan binalardan oluşan bir bölgeden bahsediyoruz. Dolayısıyla, karşı yamaçtaki görüntülerin estetiği bu insanların pek de umurlarında değil. Ama bir o kadar da bu şiirselliğin içinde yaşayan insanlar bunlar. Dolayısıyla, bu insanların semtlerini konu alıyorumve içinde az da olsa hiciv barındırıyor bu resimler.
- Serginin sinema ile olan bağlantısına gelirsek...
Ben Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerindeki resimsel etkiler üzerinde duruyorum. Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinde idealize edilmemiş gerçekçi bir aktarımvar. En son filmindemesela, “Bir Zamanlar Anadolu’da.” Başka hiçbir filmde öyle gömleği dışarı taşmış bir polis göremeyizmesela. Courbet’nin toplumsal gerçekçiliği gibi... Çok dobra bir üslup ve ifade biçimi var.
-Peki, sizin resimlerinizde idealizasyon varmı?
Yollardan geçerken, bu tür manzaralarla her zaman karşılaşırız. Bu rutin içerisinde, her gün gelip geçerken gördüğümüz bu imgelere karşı bir körleşme, kanıksama söz konusu. Hep “beton yığını” nitelemesini kullanıyoruz. Ben biraz buna karşı da bir duruş sergilemek istedim. Onu, alternatif bir imgelemşeklinde izleyiciye sunmayı seçtim. Yani benimresimlerimde bir idealizasyon var. Ama bu güncel estetiğin sentezi niteliğindeki tanımsız bir idealizasyon.