15 Haziran 2011 Çarşamba

‘SANAT KAYGAN ZEMINI KABUL ETMEZ’


Mustafa Ata, geçtiğimiz günlerde Füsun İnan Art Gallery’de açtığı “Yüzeyin Gizemi’ adlı sergisinde yüzey kavramını sorguluyor. Sergide sanatçı, jestin An’la kurduğu ilişkisini kaligrafinin meditatif yapısıyla buluşturuyor. Resimlerinde Zen ustalarının ve iznik çinilerinin izlerine rastladığımız sanatçı ile görüştük.


Hülya Küpçüoğlu / Bosphorus Sanat Gazetesi Haziran 2011


Serginizin basın bülteninde resminizde jestin Anla kurduğunuz ilişkisinin zen ustalarıyla olan bağına değinilmiş. Öncelikle bunu konuşmak istiyorum…


Son işlerimde jestin özellikle kaligrafi ile ortak paydasını bulmaya çalıştım. Dolayısıyla daha önce yaptığım işlerin bir sonucu olarak bugün, figürlerin biçimsel planda içlerini boşaltıp, onları bir anlamda kaligrafinin biçimi anlamın gerisinde bırakan yapısıyla ,uzun yılların birikimiyle oluşturduğum plastik dili yeniden sorguluyorum denebilir.


Yani siz daha çok kaligrafi ile mi bağlantı kuruyorsunuz?


Kaligrafi ile direk değil dolaylı bir ilişki var. Jestin anlamını, kaligrafinin başı sonu belli olmayan yapısıyla ilişkilendiriyorum.Burada An’ın jestle olan ilişkisi, bende biçim baz alınarak renkle tariflenmiştir.Bende biçim,yapım gereği fırçanın tereddütsüz anlık sürüşüyle oluşma ihtiyacı duyar.Bu uzak doğu zen kaligrafisinde de büyük bir geleneği temsil eden bir yapıdır.Dolayısıyle resimler Dışavurumcu bir geleneği temsil ettiği kadar bir okadar da ussaldır. İkinci nedeni de başı sonu belli olmayan arabesk bir form, bir kompozisyon biçimi var resimlerimde.Bu yapıyla olan ilişkiyi çok önceden kurdum resimlerimle.Şimdi geldiğim noktada resmin gelişim sürecine tamamlayıcı doğal bir öğe olarak girmiştir kaligrafi. Kendi kaynaklarımdan, kendi kültürümden hareket ederek …

Yani zen ustaları yanı sıra geleneksel Türk el sanatlarıyla da ilişkilendirebilir miyiz?

Evet. Biliyorsunuz sanat tek bir kaynaktan yola çıkarak yapılacak bir şey değil. Birçok kaynaktan beslenerek, kendi bedeninize en uygun olanını alıyorsunuz, diğerlerini atıyorsunuz. O zaman kimlik oluşmaya başlıyor sanatta.


Az önce arabesk form ve arabesk kompozisyon kullanıyorum dediniz. Bunu biraz açabilir miyiz?


Geleneksel anlamda kompozisyon belirli sınırlar içerisindedir. Ama İslam sanatlarına baktığınızda başı sonu belli olmayan sonsuz boşlukta bir yapıyı görürsünüz. Benim resimlerimde de öyle, uzayda sınırlandırılmış bir boşluk değil, uzayın kendisi espasın kendisi oluyor. Bir yerden başlıyor bir yere doğu gidiyor, sınırlandırılmış değil.


Daha önceki çalışmalarınızla bu serginizi karşılaştıracak olursak, biçimlerde bir yalınlaşmaya gittiğiniz görülüyor. Bu yalınlaşma sürecinde sizi etkileyen şeyler neler oldu?


Bu sürecine aslında bir figürü betimleme diyebiliriz. Benim amacım figürün içindeki var olan potansiyeli betimlemek. Kaligrafi ile ilişki kurmak içinde figürün içini boşaltmak gerekiyordu. Aksi halde jest kaligrafiyle olan bağının sözünü söyleyemez hale gelirdi.

Figürün içini boşaltmak derken?

İçini boşaltmak şu anlamda, içindeki görsel elemanları çekiyorum ve kaligrafi ön plana çıkıyor.Yani bazan ışık bazan çizgi…Plastik bir değer olarak bunları algılamalayız. Fakat bunu yaparken de figürün içini hiçbir zaman boş görmüyorsunuz. Fondan türetilmiş formlar görürsünüz.


Çalışmalarınızla ilgili ‘resimlerimde ulaşmak istediğim evren çizgi ve renkten ibarettir ’ demişsiniz. Resimlerinizde nasıl bir evren tanımlaması yapıyorsunuz?


Bir fikri ya da temayı anlatırken Alman dışavurumcular hem biçimi bozarlar hem de yeniden oluştururlar. Yani amaç biçim ve renkle olaya bakmaktır. Ben de onlardan hareketle biçim ve rengi uzun yıllar tematik değerleri ön planda tutarak anlatmaya çalıştım.Bugün tüm bu değerlerden yola çıkılarak bir yalınlaşamaya doğru gittiğim söylenebilir.


Kompozisyonları oluştururken fotoğraftan ya da modelden faydalanıyor musunuz?


Hayır faydalanmıyorum. Bir olayın üzerine bütün hayatınızı adıyorsunuz. Bunu yaparken kaynaklar çok muazzam. İslam kaynakları, yaşadığınız coğrafya, yaşadığınız toplum, dünya sanatı hepsinden bir ortak paydaya ulaşmaya çalışıyorsunuz. Ama öncelikli olarak ben bir sanatçının yaşadığı coğrafyadan özümsediği bilgiden yararlanmak zorunda olduğunu düşünüyorum. Aksi halde çok kaygan zeminde olursunuz. Sanat kaygan zemini kabul etmez. Sanatçı dağarcığını dolu tutmalı.


Dağarcığını dolu tutmalı derken beslendiğiniz kaynaklar neler?


Toplumsal olaylar beni hep etkilemiştir. Uzağımda ya da yakınımda olsun insana dair bütün olumlu- olumsuz şeyler hep resmime konu olmuştur. figür kaynaklı …. İnsana ulaşmaya çalışıyorum. Hatta şöyle söylenebilir; 21. yüzyılda ben insanı yeniden tanımlamaya çalışıyorum. Her gün değişen bir toplumda yaşıyoruz. Hepsinden önemlisi benim duraganlığı sevmeyen bir yapım var. Dolayısıyla hareket , günün koşullarının hızlılığı tüm bunlar doğal olarak günümüz sanatçısını etkiliyor. Renk anlamında da 16. Yüzyıl İznik çinileri, Alman dışavurumcular etkiledi beni.


Bu serginizin adı ‘Yüzeyin Gizemi’ burada serginizin genel yapısına baktığımız zaman ön plana çıkan şey ‘yüzey’ diyebilir miyiz?


Kesinlikle. Benim için yüzey önemlidir. Ama yüzeyin 3 Boyutlu resimlerde olduğu gibi gizemli bir şey yoktur denmesine karşıyım. Yüzeyin de bir gizemi vardır. Nasıl ki arabesk formlarda mutlak bir değerden bahsedemiyorsak. Bu bir gizemdir.


Siz yıllarca Akademi’de ders verdiniz. Yıllarca ders veren bir sanatçı olarak genç sanatçıların son yıllardaki çıkışı ile ilgili neler düşünüyorsunuz?


Bunu çok doğal görüyorum. Böyle olması gerekiyordu. Bizim zamanın koşulları onu gerektiriyordu şimdinin koşulları bunu gerektiriyor. Türkiye’deki genç sanatçı kuşağının dünya sanatıyla aynı kulvarda yürüdüğünü görüyorum ve mutlu oluyorum. Bizim için bir anlamda durağanlaşmış diyebiliriz, belli bir aşama kaydetmiş olmaktan ötürü,hal böyle olunca, genç kuşak sanatçılar bizler için de büyük bir potansiyel de oluşturuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder