1 Kasım 2011 Salı

“Kavramsal Bir Miras-Öncü Yerleştirmeler”

Beral Madra küratörlüğünde gerçekleştirilen ‘Kavramsal Bir Miras-Öncü Yerleştirmeler’ sergisi Artam Global Art Sergi Salonu’nda sunuldu. Sergi 1980-1990 döneminde yapılan enstalasyonlardan bir seçki sunarken, Avrupa ve Amerika’da1960’larda başlayan Kavramsal sanat ve enstalasyonlara paralellik içeren bir çıkış noktası olduğuna da işaret ediyor. Sergi ile ilgili Beral Madra ile konuştuk…

Hülya Küpçüoğlu

Artam Global Art dergisinde sergi ile ilgili yazdığınız yazıda, Altan Gürman’ın işlerinde yerleştirme ile ilgili ilk şifrelerin görüldüğünü belirtiyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?

Her hareketin bir öncüsü var. Gürman, Mimar Sinan Üniversitesi’ne temel sanat eğitimini getiren kişi. Klasik bir Akademi’den, modernizmi çok fazla sürdürmüş bir akademiden, postmodern bir akademiye geçişi yaratan bir kişi. Eğitim açısından baktığımızda çok önemli. O dönemdeki Avrupa’daki sanat değişimini anında Türkiye’ye getirmiş bir kişi. Onun bu farklı yaklaşımı getirdiği dönemde Türkiye’de sağ-sol çatışması, sanatta da figüratif- soyut çatışması var. Figüratif ve soyut resme baktığımızda, resmin yansıtmak istediği ideolojik yapıların tam olarak gerçekleşmediğini görüyoruz. Soyutun içindeki felsefi değerler çok inandırıcı değil, figüre baktığımızda insan manzaraları çok idealist ve konuyu doğrudan doğruya yansıtan resimler. Sürrealist boyutlar eksik görülüyor. Ama zaten Türkiye’de böyle bir sorun var. Sürrealizm çok boyutlu olarak ele alınmadığı için sanat bunu içselleştirememiş gibi bir durum var. Altan Gürman’a baktığımızda ise bunun aşıldığını görüyoruz…

Yani sürreal etkiler de var çalışmalarında…

Evet, sürreal etkileri post modern bir çözümleme ile getiriyor bize. Yaşam ve sanatın birleştiği yerde sürrealizmi kullanabiliyor ki bugün bunu pek çok sanatçı yapıyor. Ama o zaman bu çok zordu. Altan Gürman sonuçta, 1960 ve 70’lerde yaşanması gereken bir süreci, ömrü de yetmediği için kısa bir sürede, bir “önem anı”nı yaratmış. Fakat o an o kadar gerekli ki devam edebilmiş, sürdürülebilmiş. Nasıl? Temel eğitim sistemini kurarak eğitim alan o dönemdeki kuşağa ki bu sergide o kuşak var; onlara yeni bir yol açmış diye düşünüyorum.

Başka neler var çalışmalarında?

Altan Gürman’ın kendi işleri de çok önemli çünkü, erken bir dönemde, farklı bir şekilde militarizmi, bürokrasiyi, ulus- devlet imgelerini ve gelmekte olan tüketim kültürünü işaret etmiş. 60’lı 70’li yılların siyasal ve kültürel ortamında böyle bir insanın olması kazanç. Kullandığı malzeme kitlesel üretim malzemesi, gelecekteki bir ekonomiyi ve montaj sanayini işaret ediyor. Türkiye’nin ekonomisi montaj sanayine dayalı bugünkü kapitalist sermayeden çıkan bir sanayi…

Gürman hakkında çeşitli sergiler de yapıldı. Ama sanki yine de hak ettiği yeri bulamadı… Sizce?

Türkiye’de zaten çağdaş sanat ortamında hak ettiği yer konusu bir sorun. Burada, bir yer hak etmek eşittir, çağdaş sanat piyasasında yer almak. Piyasa işlerin varsa yer hak etmiş oluyorsun. Ama konu bu değil. Türkiye’de son 30 yıl içinde kimlerin Türkiye’deki sanatın yönünü değiştirebilecek işler yaptığını ve kimlerin kalıcı olduğuna bakmamız gerekiyor. Bu sergide, 30 yıl önceki işlerin nasıl göründüğü. Yepyeni görünüyor. Eskimemiş bu işler. İşte mesele burada… Bugün bile bu söylemler geçerli.

60’lı yılların sonunda Gürman’ın bu çalışmalarından sonra, 70’li yılların sonu ve asıl 80’li yıllarda daha yoğun olarak yerleştirme görülüyor. Neden bu kopukluk?

Bu temel eğitimi koyunca, ancak bu eğitimden geçiyor sanatçılar. O sırada Akademiyi de değiştirmek kolay olmasa gerek. Ama Bir mecburiyet de doğmuş. Kopukluk değil de, sanatçı yetiştirme süreci, bir eğitim süreci, en az 5 yıl geçmesi gerekiyor. Tabi 70’li yılardaki politik ve ekonomik ortamı da düşünmek gerekiyor. O yıllardaki İstanbul sönük bir İstanbul, dünya kültürel ortamında hiç olmayan bir İstanbul.

Bu sanatçıları ‘Öncü Türk Sanatından Bir Kesit’ ve ‘A,B,C,D’ sergilerinden seçtiğinizi belirtiyorsunuz… Fakat eksikler de var?

Burada gösterilen bu 10 yapıt bir seçki. Ekonomik koşulların ve sanatçıların ellerindeki işlerin el verdiği ölçüde yapılmış bir sergi. Eksik sanatçılar var. Ben hepsine yazdım. Ama bu kadar sanatçı kabul etti sergiyi. Ben şunu iddia etmiyorum. Bu olay, burada gördüğünüz sanatçılarla gerçekleştirilmiştir diye bir şey söylemiyorum. Tam tersi bu sergilere katılmış, ama kavramsal işler ve enstalasyon yapmış sanatçılardan bahsediyorum. Bu sergilere ressamlar da katılmış ama benim meselem resim değil.

Peki bu sergiyi Bienale paralel gerçekleştirmenizin sebebi nedir?

Bienal sırasında Türkiye’ye gelen yabancı uzmanlar, sanat eleştirmenleri, küratörler şunu göremiyorlar, bu ülkede 60’lardan günümüze kadar neler üretilmiş? Buradaki bellek nedir? Benim bu sergiyi yapmamın bir nedeni de; son dönemde Balkanlarda geçmişe yönelik birçok retrospektif sergi yapıldı. Onlar da kanıtlamaya çalışıyorlar. 50’lerde 60’larda neler üretilmiş ülkelerinde? Çünkü aslına bakarsanız, Batı Avrupa ve Amerika’da o yıllarda yapılan işlerle paralel, yani zamanın ruhuna uygun işler üretilmiş. Fakat çok klişeleşmiş bir sanat yazımı var. Her zaman 10 tane Amerikalı ve Avrupalı sanatçının adını görüyorsun. Bizim de burada göstermemiz gerekiyor…

Beral Hn, burası sonuçta bir müzayede şirketinin galerisi… Biraz da bu birlikteliği konuşabilir miyiz?

Bu iş birliği bazılarına tuhaf gelebilir. Ama burada bir amaç var. Ben şunu gördüm; Türkiye’deki sanat pazarı bir, uluslararasılaşamıyor; iki, tümüyle resim odaklı. Herkes resim üretip piyasaya veriyor. Bu sanat ideolojisinin yapısını bozan bir şey. Yani iş müzayede için resim üretmeye geliyor ve bu çok tehlikeli bir şey. Bu sorunlardan bakarak üçüncü bir sorun da, koleksiyoncuların daha fazla bilgilenmeleri gerekiyor. Veya onlara danışmanlık yapanların, onlara, sanatın değerli süreçlerini kabul ettirmeleri gerekiyor. Bu üç sorundan dolayı ben düşündüm ki, Türkiye’de en iyi satış ve sunum yapan müzayede şirketi Antik AŞ. Son derece sistemli çalışıyorlar. Bir de dergi çıkarıyorlar. Eğer siz böyle bir dergi çıkarıyorsanız çağdaş sanatla ilgili, bu müzayede firmasının yeni bir branş da açması gerekiyor. Bu enstalasyonları pazarlayacak bir branş, yeni bir yol açması gerekiyor ki buna Artam ailesi ve özellikle Olgaç Artam çok sıcak baktı. Bu zihinsel ve pragmatik bir işbirliği. Belki onlar da bir alan açmak istiyorlardı. Ben de bu alanın açılmasına bir şekilde yardımcı oldum ama ben sanatçılara da yardımcı oluyorum. Bunlar gibi belki 30-40 tane daha enstalasyon çıkarabiliriz. Ben bir şeye dikkat çekiyorum. Bunlar var ve bunlar yer altında bir yerlerde duruyor. Bunların yeryüzüne çıkıp insanlara gösterilmesi gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder