'Malatya'da bu yıl 4.sü gerçekleştirilen Kervansaray Buluşması paralelinde küratörlüğünü Fırat Arapoğlu'nun yaptığı 'Boğucu Kültür' adlı bir de sergi düzenlendi. Sergi ile ilgili Fırat Arapoğlu'nun görüşlerini aldık.
Hülya Küpçüoğlu
Boğucu Kültür adlı serginizde Jean Dubuffet’nin yazdığı ve Türkçeye de çevrilen aynı adlı kitaba da göndermeler yaparak, giriş yazınızda, sanat ve kültür kurumların toplum inşasında rol oynadığını belirtiyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Şu bir gerçek ki “angaje kültür endüstrisi” denilebilecek bir noktada basın, yazılan yazılar ve yönlendirmeler ile birlikte toplum inşasında bir tür toplum mühendisi gibi davranılıyor. Kültür ve sanatın belirli grupların tekelinde ve himayesinde yönlendirmesi neticesinde bir yöne ve monolitik bir gidiş söz konusu. Bu sanatın spiritüel tanımına aykırı gibi geliyor bana. Sanatçı iktidarın karşısında olansa ve dirençli olansa, o zaman bence bu kültürel politikalara ve kurumlara angaje olma konusunda dikkatli olmalı.
Peki sizce sanatçı direnç gösteremiyor mu?
Elbette “gemisini yürüten kaptan” algısı üzerinden yürüyen ve kapitalizmin bu kadar baskıcı olduğu bir noktada direnme ne kadar olası olabilir bu soruyu da akılda tutmak lazım. Elbette direnç gösteren sanatçı modellemeleri var etrafımızda ama sayılarının çok olduğunu iddia etmek zor gelir herhalde?
Az önce kültür ve sanatın belirli grupların elinde olduğunu ve onların yönlendirilmeleriyle belli bir yöne doğru çekildiğini söylediniz. Kurumlara bağlı olmayan pek çok sanatçı da var. Bağımsız sanatçılar bu tespitin neresinde?
Kurumlar derken elbette sadece belirli büyük harfle “Kurumlar” üzerinden düşünmemek gerek. Bunların yanında belirli bir yapı ve etrafında inşa edilen söylemler üzerinden hareket eden “angaje” sanatçı modellemeleri var demeye çalışıyorum. Bağımsız sanatçı nedir? Daha doğrusu sanatın “özerkliği” nedir diyerek bu soruyu açımlasak? Cevaplar bulmak yerine, sorular sorma üzerinden hareket etmek daha etkin olabilir demek de mümkün.
Peki şu anda karşımızda nasıl bir kültür inşası duruyor?
Karşımızdaki kültür inşası özellikle etkinlik kapsamındaki panelimizde Erden Kosova’nın incelikli bir biçimde ifade ettiği gibi üretim niceliği ve niteliği noktasında sıkışmış bir süreci işaret ediyor yer yer. Bu, bir özgürlük alanının ifşasını değil de, bir “ironinin ironisi” (Baudrillard) durumunu gösterir gibi.
Sanatçı bu olgunun neresinde sizce?
Sanatçının tüm bu inşa olgularında dikkatli, eleştirel bir tutumda olması gerekliliği gayet açık. Bu inşanın muhalifi olabileceği gibi çok rahat piyasanın yönlendirmeleri üzerinden Duchamp’ın işaret ettiği gibi – bol ironi kullanan – bir “kopya makinesine” dönüşebilir.
Düzenlediğiniz serginin adı ‘Boğucu Kültür’ ve Malatya’da düzenlenen Kervansaray Buluşması kapsamında sunuyorsunuz. Mekan olarak İstanbul dışını tercih etmenizi nasıl değerlendirmeliyiz?
İstanbul dışından gelen proje tekliflerine “hayır” deme lüksümün olmadığını düşündüm her zaman. Prodüksiyon ve koordinasyon konusunda sıkıntılar çekilse de – bu İstanbul için de geçerli – her zaman farkı, farklılığı ve kimliği ifade edebileceğiniz bir noktada farklı coğrafyalarda, farklı kimliklerimizle bir arada bulunup, bir diyalog denemesine girişebilmek çok önemli. Bu sanatçı – küratör, sanatçı – sanatçı eşleşmesi gibi sanatçı – izleyici rastlaşmalarının çeşitliliği açısından da çok iyi.
Konsept bağlamında sanatçı seçimlerine de değinebilir misiniz?
Sanatçı seçimlerinde bu kültürel boğuculuk kavramını sorgulayan, sorgulayabilecek isimler olmasına ve bunun farklı yaş grupları, farklı disiplinler olmasına özen göstermeye çalıştım. Gerçi kısa zamanlı bir proje olarak ancak video ve performans işlerinin sunulabileceği bir proje sunduk. Ama bunun Battalgazi Belediyesi’nin desteğinde Kervansaray Buluşmaları’na dair reaksiyonlarını gördüğümüzde, hep beraber kolektif olarak etkili ve düşünce kanallarını açabileceğimiz bir işi sunduğumuza inandık. Elbette son söz protokol ve sponsorların ya da sanatçı ve küratörlerin değil, izleyicinin olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder