16 Ocak 2011 Pazar

‘Bu resimler hem soyut hem kavramsal hem de siyasal bir sentez’

Bedri Baykam son 2 yılda gerçekleştirdiği eserlerini Kadıköy’de Caddebostan Kültür Merkezi ve ardından Taksim’de Piramid Sanat Merkezi’nde sanatseverlerle buluşturdu. ‘İçim Parçalanıyor’ adını taşıyan sergisindeki resimlerini Baykam, tarihsel ve siyasal imgeleri soyut ve kavramsal yaklaşımlarla sundu.

Hülya Küpçüoğlu

Kadıköy yakasında ilk defa sizi görüyoruz yanılmıyorsam?

Kişisel olarak ilk sergi. Ama daha önce Kadıköy’de Mine Sanat Galerisi’nde karma sergilere katıldım. İstanbul’da sanatsal aktiviteler genellikle İstanbul yakasında oluyor. Kadıköy’de Caddebostan Kültür Merkezi’nde bir sergi gerçekleştirmek istiyordum. Böyle önemli bir sergiyi onlarla yapmak istedim. Bu, İstanbul’un Anadolu yakasının sürekli taşra olarak görülmesine karşı yapılan bir hareket aynı zamanda. Sergi önce Anadolu yakasında görülmüş oluyor. Sanatı, İstanbul’da Beyoğlu’nda ya da Nişantaşı’nda yapılan bir aktivite olmanın dışına çıkarmamız lazım diye düşünüyorum. Adana’da, Hasankeyf’te, Bodrum’da sergiler açtım. Anadolu’ya da her yıl birkaç tane sergi taşımak istiyorum.

Sizce Kadıköy yakasının sanat anlamında geri kalmasının sebepleri neler?

Açık konuşalım; İstanbul Avrupa yakası hükümdarlığı. Yalnız Anadolu yakası da değil. İstanbul Avrupa yakası ve Türkiye’nin gerisi var gibi bir durum var. Sanki bunun dışında açılan her şey sonra gelir. Türkiye resim piyasasının %80’ni Avrupa yakasında dersem abartmış olmam diye düşünüyorum. Biraz da piyasa yönlendirmesi diye de görebiliriz. Ama bunu genişletmek hepimizin işi…

Politik Art’la 80’li yıllardan bu yana çalışmalar yapıyorsunuz. Özellikle ikinci yarısından itibaren…

87’den itibaren Demokrasinin kutusu ile başlayan ve Kubilay’ın Odasıyla devam eden ve ardından da 12 Eylül işkencelerini ele aldığım 1988’deki ‘İç Manzaralar’ ve çok büyük siyasi sergilere doğru yönelen bir kariyerim var. Ama 80’li yılların ortalarında da ‘Modern Sanat Tarihi Batının Bir Oldu Bittisidir’ adlı manifestomu yazarken, sanat politikası çerçevesinde işler üretiyordum. Onlar kültürel emperyalizmin, sanat politikası ve doğu-batı çekişmesi üzerine idi. 87’den itibaren daha genel siyasi işlere yöneldim.

Evet, daha dönemsel işlere yöneldiniz. 68’li yıllar gibi, Kuvay-i Mİlliye sergisi gibi. Fakat bu serginizde belli bir dönem değil de belli bir sürece gönderme yaptığınızı söyleyebilir miyiz?

Evet, burada aydınlanma için karanlığa karşı mücadele eden insanlar, ölüm riski alan insanlar veya öldürülen insanlar veya şu anda Cumhuriyet adına nöbetçilik yapar gibi, bu cumhuriyeti hapiste nöbetçilik yaparak bekleyen insanlarımız, hem demokrasi şehitlerimiz, hem demokrasinin bu şekilde bekçileri var. Ve onlara ithaf edilen bir sergi yapmak istedim. Nasıl ‘Sivil Diktaya Hayır’ adlı kitabım çıktıysa bundan 2 ay önce, bu sergide onun sanatsal yansımadır. Bu serginin ilginçliği yazar Bedri, siyasal-eylemci Bedri ve sanatçı Bedri’yi birleştiriyor olması. Bu sefer yaşadığımız çağda bir siyasal eylemle… Bu resimler hem soyut hem kavramsal hem de siyasal bir sentez.

Ama yine geri dönüşleriniz de var. Deniz Gezmiş’te var, İsmet İnönü’de var…

Sonuçta bu resimlerde bir yüzleşme ve bir parçalanma var. Etnik parçalanma, siyasal parçalanma var ve bu parçalanmanın içerisinde sıkışan bilincimiz, iç dünyamız, hayatlarımız umutlarımız, kalbimizde taşıdığımız ağırlıklar, yükler, üzüntüler ve bir de aynalar var. Bu aynalar ‘Bu benim sorunum değil, ben tuhafiyeciyim, fizik profesörüyüm, ev kadınıyım, bu benim alanım değil deme şansımız olmadığını gösteren bir yapı. Bu hepimizin sorunu. Bu gemide biz beraber yer alıyoruz. Ya hep beraber batacağız ya da hep beraber çıkacağız, bu yüzleşmeyi iliklerimize kadar yaşamaya mecburuz.

O zaman asıl mesajınızı izleyicilere vermek istediğinizi söyleyebilir miyiz?

Evet, ben sanatçı olarak yüzleşiyorum kendimle, ülkemle, sorunlarla ve bizi bekleyen tehlikelerle. İzleyicinin de olaya dış gözle bakıp, kaçmalarının artık mümkün olmadığını vurgulamak istiyorum. Bu dünyanın bir parçası onlar ve bundan kaçma hakları ve şansları yok. Bu dünyanın içinde yer alıyorlar. Bir milletvekili ya da yazar kadar işin içindeler çünkü ister hapse atılan insanlara duydukları yakınlık, ister kaybettiğimiz insanlara duydukları yakınlık, ister gece suçluluk hissinden uyuyamamaları hepsi toplandığında neler hissettiğimi çok iyi anlıyorlar.

Az önce biraz bahsettiniz ama Neden içiniz parçalanıyor?

Özgürlüklerin adım adım sahte demokratik kılıflarla, faşizme ulaşmak için sahte demokrasi sözleriyle adım adım ülkenin nefes alamaz faşist bir rejime doğru yol alması. Yani AB standartlarında evrensel demokrasi getireceğiz, bize evet oyu verin diye meydanlarda 2 ay turlar atmış bir parti, daha seçim biteli 3 hafta olmuş, üniversitelere polis koyacağım diyor. Anlaşılan öğrencilere benzeyen sivil polisler gezecek. Bu hükümet artık telefon dinlemeleriyle yetinememektedir. Öğrencilerin arasına polisler sokmaktadır. Herkesin bu toplumun bir parçası olarak, cumhuriyet değerlerini veya demokratik değerleri kuşatan çeşitli odaklardan hesap soracaklarına onlardan korktuklarını ve sindiklerini görüyoruz.

Sergideki işleriniz arasında size ait bir takım giysilerde görülüyor… Ayakkabı gibi, tişört gibi…

Özetle sanatçının iliğine kadar, ruhuna kadar bu olayın bir parçası olması, bunun bir yansıması. Sen bu işte var mısın? Aynaya bakıyor musun? Tepki veriyor musun? Evet, ben tüm bunların hepsini yapıyorum ve illiğime kadar, terime kadar, ruhuma kadar, iç çamaşırıma kadar yapıyorum. Arada kendi ruhumla, siyasi ideolojiye, sanata, özgürlüğe, faşizme, mücadeleye angaje oluşumuzu tescil etmek istercesine ben de varım bu seride. Sonuçta 10 yıl atölyemde kullandığım kıyafetlerim var, çamaşır kadar tenime değen şekilde kullandığım kıyafetlerim var. Ayakkabılarım var. Bunları normal buluyorum, daha iyi bir yerde kullanamazdım.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

İnsanlar diyor ki, nasıl bir sergi? Nasıl cesaret etmiş? İnsanlarda böyle komik şeyler var. Akla gelen şeyleri yapmak, cesaret değil doğal akıştır. Ama aklına getirdiği her şeyden ürken ve oto sansür içinde olan ve şunu yapsam babam ne der? Şunu yapsam hükümet ne der? Bunları düşünerek kendi kendisini imha eden insanlar ve kurumlar var. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum çok acı. Belirli odaklar Türkiye’de Savcıları, valileri, emniyet müdürlerini ele geçirdi ise, yarından sonra derhal mücadele etmeliyiz. Uğur Mumcu öldürüldükten sonra kullandığım bir cümle vardı; ‘hepimiz hedef olursak, kimse hedef olmaz’ demiştim. Aman ben hedef olmayım, kimse hedef olmasın diye dolaşırsak, aynı kişileri 88 kere hedef yaparsınız. Ahmet Taner Kışlalı da birçok kere bu cümlenin önemine dikkat çekmişti. Bunu topluma hissettirmeye çalışıyorum. İnsanların rahatlamalarından sıyrılmaları, bu olayı toplumla beraber yaşamaları ve teslim alınmış veya ruhlarını teslim etmiş insanlarla bu toplumda başı boş bir şekilde dolaşmaların artık son bulması gerektiğini düşünüyorum.

(Bu röportaj 2011 Ocak Bosphorus Sanat Gazetesi'nde yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder