İpek Duben ‘Ödünç Nesneler’ adlı sergisini Başak Şenova’nın küratörlüğünde gerçekleştiriyor. Sergi, sanatçının işlerine geri dönülerek ödünç alınan işlerin, birbirleriyle ilişkilendirmesi ve bazen yeniden üretilmesinden oluşuyor. 30 Nisan’a kadar CDA Project’de izlenebilecek sergi ile ilgili İpek Duben’le görüştük.
Hülya Küpçüoğlu/ Haber Turk Gazetesi/ 22 Nisan 2011
2009’da yaptığınız ‘Bir Seçki:1994-2009’ adını taşıyordu ve o yıllar arasındaki işlerinizden oluşuyordu. Bu serginizde ise ‘Ödünç Nesneler’ adıyla kendi geçmişinize bir kez daha dönüyorsunuz. Öncelikle sormak istiyorum, bu iki sergiyi birbiriyle ilişkilendirebilir miyiz?
2009’daki sergi 15 yıllık bir retospektifti. Bütün sanat kariyerimin retrospektifi değildi. Yalnız 5 proje sergilenmişti. Sergilenen tüm işler sanatçı kitapları ve enstalasyonlardan oluşuyordu. Bu sergide ise adından da anlaşıldığı gibi geçmişteki işlerimden parçalar alarak, onları bugünün içinde yeniden yorumlama durumu var. Ayrıca yeni işler de var. Sergide benim kendi yazdığım şiirler bu parçalar arasında bir köprü işlevi görüyor. Serginin bir özelliği de tarihsel bir süreklilik var mı? Varsa bu süreklilik nereden geçiyor? gibi soruları sorması. Yani bu bir anı sergisi değil, eskiye dönerek onu yeniden ortaya koyan bir sergi değil. Burda, bugünün gözlükleriyle, yapılan işlerden parçalar alıp, onları yenileyerek diyalog oluşturma var.
Serginizin şiirlerinizden kurgulandığı belirtiliyor. Biz sizi kitaplarınız ve sanat üzerine yazılarınızla biliyoruz ancak şiirleriz olduğunu bilmiyorduk. Öncelikle şiirle olan bağlantınızı anlatabilir misiniz?
1979’dan beri İstanbul’da sürekli sergilerim oldu, eleştiri yazılarını da sanatçı olarak yazdım. Eleştirmen kimliği taşımadım. Şiirlere gelince başından beri şiir yazmadım. 1994’te ilk sanatçı kitabı ve enstalasyonumu yaptığımda, New York’ta yaşıyordum. ‘Manuscript 1994’ için birşeyler anlatmam istenmişti. Bu iş, bir yönüyle o kadar içe bakan ve kendimi sorgulayan bir iş ki onu anlatmak niyetiyle ortaya şiir çıktı. Sonuç beni çok tatmin etti. Çünkü ‘Manuscript 1994’ öyküsüz görsel bir metin. Şiir de görselin üzerine gelen bir ses oldu. Şiiri bir iç ses olarak düşünüyorum. Şair olarak değil, yaptığım projelerin sesini sözlere döktüm diyebilirim.
Yani serginizle şiirlerinizin bağlantısı noktasında kısaca ses diyebilir miyiz?
O bağlantı bir iç ses. Sergide de o ses dolanıyor. Ben genellikle bir projeyi diziler halinde üretirim. Dizilerimde ritim önemli bir elemandır. Tüm projeyi gördüğünüzde o ritmi bulursunuz. Burada da o ses dolanıyor.
Peki ödünç nesneler neye göre seçildi?
‘Children of Paradise’ Amerika’da yaptığım bir iş, burada hiç sergilenmedi. Bu sergi için ona gönderi yapan parçalar da ürettim. Bu işimde kapitalizmin ve tüketim toplumunun cinsiyet ve yaş ayrımı yapmadan insanlar üzerinde yitirici yok edici etkisini yeme-içme ve eğlence magnetleri arasında bebekler üzerinden anlatmıştım. Bu işin yapım tarihi 2000 yani 11 yıl önce ama durumun vehametinin artan bir ağırlıkla bugün devam ettiğini görüyoruz. ‘Artemis’ 1995’te Efes’te yer alan bir proje için yaptığım iki enstalasyondan biriydi, bayraksı bir heykel. Oldukça feminist bir yaklaşımla kadın kimliğini işlemiştim. Bugün hala yaşamımızda kadının konumu ve durumu en önemli problemler arasında. Sergide orijinal işe gönderi yapan ama farklı biçimde yeni bir iş ürettim. Efes’teki heykel dış mekandaydı. Burada galeriye sıkıştığında anıtlaştıran bir algılama getiriyor. Bu tür gidip-gelmelerle yeni sorgulamalara, yeni yorumlara açmak istedim.
Katalogda sergi ile ilgili ‘yeni bir hikaye oluşturulduğundan’ bahsediyor. Bir bütün olarak bakarsak ‘detaylar üzerinden yeniden oluşturulan serginin’ hikayesi nedir?
Telefon fotoğrafı öyküyü genel olarak anlatıyor diyebilirm. Üzerinden kamyon geçmiş çöplükte bulduğum bir telefon., Başyapıtlarımdan birisi. Duvarımda hep asılıdır, sergide fotoğrafı var. Dikkatli bakarsanız, inanılmaz bir tarihselliği var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder