Geçtiğimiz günlerde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde açılan ‘Savaş, Güç ve İnanç’ başlıklı sergi, Dağhan Özil’in koleksiyonundan seçilen 28 sanatçının 34 çalışmasını müzedeki Arkeolojik eserlerle bir araya getiriyor. 9 Kasım tarihine kadar sürecek sergiyle ile ilgili olarak sorularımızı yanıtlayan Dağhan Özil, koleksiyonundaki eserlere artık maddi bir servet olarak bakmadığını söyledi.
Hülya Küpçüoğlu/Haber Turk Gazetesi 05.04.2011
80’li yıllarda resim alıyor olmak koleksiyonculuk demek değil. 80’li yıllarda resim alıyordum ama orada yalnızca sahip olma tutkusu vardı. Koleksiyon bilinci 90’lı yıllarda oluştu. 90’lı yıllarda soyut resimler toplamaya başladım. Ama bugünkü anlayışta değildim. Bugün koleksiyona giren bir eserin benim için maddi bir değeri yok.
Maddi değeri yok derken?
Pirim yaptığında satayım düşüncesi söz konusu değil. Benim koleksiyonuma almış olduğum esere ben servet olarak bakmıyorum. Servet olarak bakılmadığında 100 bin dolar da verilmiş olsa eser koleksiyona girdiğinde, onu kafamdan siliyorum. Pahalı alınmış, ucuz alınmış önemli değil. 80’ve 90 li yıllarda böyle bir anlayışım yoktu. Bugün milyon dolar eden resimlere o gün 5bin dolara alıcı çıkmıyordu. Ben resimleri hep müzayedelerden topluyordum. Şimdi onların geldiği noktalar belli.
Bir yandan da İslami eserler alıyordunuz…
İslam eserlerini 20-25 yıl önce alıp satıyordum her gelen partinin en iyi örneklerini kendime ayırdım. 500’ün üzerinde eser var elimde ve büyük çoğunluğu, İran’dan gelen seramiklerdir. Kendime ayırdığım İslam eserlerini hep sakladım ama çağdaş eserleri 2005 yılından sonra satmamak üzere topladım.
Ankara’da açtığınız serginin adı ‘Savaş, Güç ve İnanç’. Sizin koleksiyonunuzun İnanç kavramından yola çıkmasıyla ilişkilendirebilir miyiz?
Kesinlikle, zaten serginin doğuşu da öyle oldu. İnanç deyince sadece dini düşünmememiz gerekiyor. Georg Dokoupil odası da bir inanç odasıdır. Odada 12-13 resmi sergileniyor ve şöyle bir inancı yapıyor sanatçı; üretmek istediğinde bir bahanesinin olmadığını ispatlıyor. Evde yanan mumun isiyle yaptığı resim, dolabı açıp meyvelerle yaptığı resim ya da anne sütüyle yaptığı resim, yani inandığınız zaman sanatı üretiyorsunuz. Sanat yapmamak, bilim yapmamak için hiçbir bahaneniz yok İnandığınız zaman koleksiyonda yaparsınız, böyle bir sergi de yaparsınız. İnancı sadece tanrı kavramı ya da din olarak düşünmeyiniz. Koleksiyonun bakışı bu. Ama tabi ki inanç dini inancı da içerdiği için koleksiyonda onunla ilgili de çok fazla eser var. Ama Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde böyle bir ilişkilendirme yok. Dini bir şey yok çünkü müze koleksiyonu tek tanrılı dinlerden önce bitiyor. Bizim koleksiyonumuzda yer alan dinle ilgili resimlerimize müzede eş bulamadık.
Fulya’da sergilediğiniz koleksiyonunuzda tarihi eserler ve çağdaş eserleri eşleştiriyordunuz. Burada ise içinde zaten tarihi eserler olan bir müzeye çağdaş eserler götürdünüz. Bu anlamda zorluklar oldu mu?
Arkeoloji konusunda çok bilgim yok. Bizim koleksiyonumuzda İslam eserleriyle çağdaş sanat eserlerini bir araya getiriyoruz. Orada olay basit. Nasıl basit? Kompozisyonla ya da çağdaş sanat eserinin renk uyumuyla sergileyebiliyoruz. Bizde sadece görsel bir şey yeterken, burada bilgi de gerekiyordu. Müzede,Anadolu da insanın ilk yaptığı taş baltadan 0nbeşbin yıl boyunca geçen tüm serüveni bilmeniz gerekiyordu. Orada tabi ki müze müdürü ve arkeologlar yardımcı oldular. 8 ay boyunca yazıştık ve her gün çalıştık bu sergi için. Hangi çağdaş eserle hangi tarihi eser bir araya gelecek diye tartışarak bulduk. Bunun elbette artıları eksileri olacak. Yurt dışından müzayedelerden de eserler araştırdık. Ve onlara en güzel ne bulunabilir diye araştırdık.
Bir röportajınızda sergiyle ilgili ‘Aslında tüm yapılanların, 30 bin yıl önce yapıldığını görecekler, hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu’ demişsiniz…
Bu aslında Picasso’nun bir lafıdır. Bunu söyleyen Picasso, mağara resimlerini gördüğünde ‘hiçbir şey yapmamışız 35 bin yıldır’ diyor. Çünkü Penck’in resimlerine bakıyorsunuz 5000 yıl önce Anadolu’daki duvarlarda var. Tabi ki aynısı değil ama söylemek istediğim böyle bir şeydi.
Yine yaptığınız bir açıklamada yurt dışında bu tür sergileme yöntemini Almanya’da gördüğünüzü söylemişsiniz. Tabi ki bu sergileme biçimi Türkiye için bir ilk. Geleceğe bakacak olursak çağdaş sanatın sergileme biçimi olarak nasıl bir öngörünüz var?
Bizim şöyle bir yanılgımız var genel olarak. 80’li yıllarda çağdaş resme kimse para vermiyordu. O zaman almayanlar için bugünün modası oldu, yarın onun modası geçecek. Bugün çağdaş sanat hız almış durumda. 80’lerde klasik Türk resimleri hız almış durumdaydı. Gelecekte başka bir şey olacak. İslam sanatı örneğin 80’lerde ülkemizde rekor fiyatlara gidiyordu. Ben bugün bir şey alırken modaya uygun olarak değil yarın da sanat eseri mi kaygısıyla alıyorum. İlgi alanım sadece çağdaş sanat değil. Oryantalistler de, hat da, İslam seramikleri de ilgimi çekiyor. Doğal olarak benim yaklaşımım hep bu yönde olacak. Bu paralelliği hep kuracağım. Ben hep bir birliktelikten yanayım çünkü sadece çağdaş sanat eserleriyle olduğunda çok yalnız kalıyor. Bunların hepsi bir arada yaşayabilir. Yeter ki onları konuşturabilelim.
Bir müze kurmaktasınız aynı zamanda değil mi?
Biliyorsunuz ölümlerden sonra her şey dağılıyor. Bir sürü kişi emek veriyor, topluyor. Sonra gelen kuşaklar bunu satıp paraya döndürüyor. Bunu önlemek amacıyla ben bir vakıf kuruyorum. Kurulan vakfa da bu sanat eserlerini bağışlayacağım. Tabi ki vakfın da bu eserleri depolarda değil bir müzede sergilemesi gerekiyor.
Peki ‘Savaş, Güç ve İnanç’ projesinde herhangi bir sponsor desteği var mıydı?
Sponsor olmadan yapılan bir proje. 50 yaşına kadar bu ülkeden alacağımızı aldığımıza inanıyorum. 50 yaşından sonra da vermek gerektiğine inanıyorum. Hiçbir ticari yanı olmayan bir sergi. Katalog da hazırladık. Türkçe olanları müzenin derneğine bağışladık. Geliri derneğe kalacak. İngilizce olanları ise dünya müzelerine, galericilere ve küratörlere yollayacağız.. Bu sergi bizim için bir laboratuar çalışmasıydı. Bunu yaptığımız için sınıfı geçmiş bir öğrencinin coşkusu var içimde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder