Peter Kogler, Dirimart’da açtığı ve mekana özel tasarladığı çalışmasıyla yüzeyleri farklılaştırıyor ve algılarımıza sesleniyor. 10 Mayıs’a kadar sürecek olan sergide izleyici, galeriye girdiğinden itibaren çalışmanın bir parçası oluyor. Sergi ile ilgili Kogler ile bir görüşme yaptık.
Hülya Küpçüoğlu/Haber Turk Gazetesi 12 Nisan Salı
1980’leden beri bilgisayar kullanarak çalışmalar yapıyorsunuz, öncelikle bunu konuşmak isterim…
1984’ten beri bilgisayar kullanıyorum. O yıllar insanların bilgisayarlar hakkında yeni yeni bilgilerinin olmaya başladığı dönemlerdi. Mouse da yeni gelişen bir aparattı. Ben o zamandan beri bilgisayarı sanatımda kullanmayı tercih ettim. Grafik sanatlar için kolaylık sağlayan bir yanı vardı. Nasıl bazı sanatçılar fırçayı tercih ediyorsa ben de bilgisayarı tercih ettim. Çünkü benim için farklı bir enstrümandı.
Kısaca bilgisayarla ilgili geçirdiğiniz o süreci nasıl tanımlarsınız?
İlk kullandığım program da bir takım ikonlar vardı. Onları tıkladığında fırça gibi kullanabiliyordunuz. Ve onu kullanarak çok farklı şeyler yapabiliyordunuz ama şu andaki teknolojiye göre de eksiklikleri doğal olarak vardı. Mesela istediğimiz ölçüde print alamıyorduk. Bu yüzden de çok deneyimsel bir süreçti.
Bilgisayar kullanmadan önce yaptığınız işlerinizle hangi noktalarda bağlantılar kuruyorsunuz?
Aslında benim bilgisayardan önce ve sonra yaptığım işlerde aynı mantık üzerinden ilerliyor. 15 sene önce Documenta’ya katıldığımda artık herkes internetten haberdardı ve kullanabiliyordu. Bir anlamda onun görsel iletişim hali idi. Benim işlerim, izleyici ile zamanla, mekanla ve o bulunduğu zamanın kültürel algısıyla da ilişkili. O yüzden hepsi birbirini takipediyor... Her yıl yaptığım sergideki işler, sergilendikleri dönemin kültürel yapısı ve internet teknolojilerinin, çağının insanına getirdiği deneyimlerin görsel hali. İnsan, zaman, mekan ve kültür ögelerini bir arada kullanıyorum ve bu ilişkiyi ifade etmek istiyorum.
Bu noktada işlerinize isim koymamanız nasıl açıklarsınız?
İşlerimin hepsi isimsiz. Çünkü isim koyarak herhangi bir mesaj vermek istemiyorum. Tamamen izleyicinin Dirimart’a geldiğinde, mekana girdiğinde hissettiği şey önemli benim için. Ben onlara ‘bakın dünyada şu oluyor’ demek istemiyorum. Aksine onların işle nasıl bir ilişki kurduğu önemli.
Bu farklı mekansal algılama izleyici için de farklı bir deneyim olacağını belirtiyorsunuz. Olaya izleyici açısından bakarsak, tam olarak neyi hedefliyorsunuz?
Bu yeni bir proje. Ben de izleyicinin neyi deneyimlediklerini göreceğim. Burası bir laboratuar gibi. Bu anlamda deneysel bir çalışma çünkü izleyici mekana geldiğinde mekanı deneyimleyecek ve onunla bir ilişkiye geçecek. Ben de bunu izleyen, gören konumunda olacağım. Zaten benim bu işi sevme nedenlerimden birisi bu deneysel tavrı, izleyiciyi şaşırtmak, onların tepkilerini görmek...
Çalışmanızla algılarımıza sesleniyorsunuz. Dolayısıyla mekan ve algısını sorguladığınızı söyleyebilir miyiz?
Çalışmamda mekanı algılama biçimiyle oynuyorum. Benim eşim mimar. Bu yüzden mimariye de özel ilgim var. Film setlerindeki kurgudan da çoğu zaman beni etkiler. Genel olarak tavan, duvar ve yer düzlemi olarak tek bir modül üzerinde ilerlediğinizde tamamen mekan algısı değişiyor. Ve benim yapmak istediğim de tamamen mekan algısını değiştirmek. Bu anlamda galeri mekanının önemi de ortaya çıkıyor. Çünkü sergileme alanına direkt müdahale ediyorum. Tamamen bana ait özel bir alan oluyor ve yeni bir mimari yaratmış oluyorum.
Karınca veya beyin gibi formları iletişim ağı ile ilişkilendirebilir miyiz?
Dijital sanat yapmaya başladığımdan beri karınca ya da beyin gibi motifleri, ortak görsel dil oluşturdukları için kullanıyorum. Karınca, hareket ve bilgi ile örtüşen bir kavram. Bizim sizinle iletişim kurmamızı sağlayan organımız beyin. Bu motiflerin hepsi dünyadaki iletişim ağlarını destekleyen semboller. Seçtiğim bu motifler tüm kültürlerde var. Hızlı algılanabilen ögeler ve herkes tarafından bilinen şeyler. Bu yüzden eserin izleyiciyle iletişim kurmasını kolaylaştırıyor ve hızlandırıyorlar.
Daha öncede Türkiye’de sergilere katılan bir sanatçı olarak, Türk çağdaş sanatı hakkında neler düşünüyorsunuz?
İstanbul’daki kültürel hareketlenme aslında sosyo-politik ekonomik gelişmelerin de göstergesi niteliğinde. Her şey şu anda gelişiyor ve büyüyor. İstanbul çok hızlı değişiyor. Şehrin ritmi gibi kültür-sanat da çok hızlı bir şekilde değişiyor. Avrupa’dan ve Amerika’dan daha hızlı bir dönüşüm içinde olduğunu görüyorum ve bu tavrı seviyorum. Çünkü sanki İstanbul ‘hadi yürü, hadi hareket et’ der gibi bir tavra sahip. Sürekli ritm içersinde ve bu sanat ortamı için çok ilerletici bir şey.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bugün dünya zaten bir iletişim halinde, o yüzden de tüm dünya 24 saat birbiriyle dialog halinde olabiliyor. Ve benim genelde işlerimde o bilginin o kesintisiz iletişimini gözler önüne sermek istiyorum. İstanbul, herkesin ilgisini çeken, çok karmaşık ve tüm dünyanın iletişimde olmak istediği bir yer. Bu yüzden bu sergiyi İstanbul’da gerçekleştiriyor olmak benim için çok önemli. Bu sergi, aslında özel bir galerinin alacağı risk değil, buna rağmen Dirimart’ın beni destekliyor olması ve benim böyle bir sergiyi gerçekleştirebilmem benim için çok mutluluk verici.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder