1 Eylül 2010 Çarşamba

“Türk Galericiler Artık Yabancı Galericilerle Ortaklık Kurmalı”

Yahşi Baraz, Türk resim sanatında galerici ve koleksiyonerlik dışında sanatçıları desteklemesiyle de adından sıkça söz ettiren simalardan. Şu günlerde de Galetea Sanat Galerisi’nde Eylül’ün 20’sine kadar izlenebilecek olan küratör Duygu Uyar tarafından hazırlanan “Yahşi Baraz Koleksiyonundan Seçki” sergisi gündemde. Yahşi Baraz’la Koleksiyon sergisinden yola çıkarak Türkiye’de koleksiyonerlik ve sanat piyasası ile ilgili bir görüşme yaptık.

Hülya Küpçüoğlu

Geçtiğimiz günlerde sizin koleksiyonunuzdan derlenen bir sergi açıldı. Daha önce eğer yanılmıyorsam küratörlerle çalışmadınız. Genelde siz düzenlerdiniz. Bu sefer Duygu Uyar adlı küratör arkadaşımızla çalıştınız. Bunun oluşumu nasıl gelişti?

Galatea Sanat Galerisi Türkiye’nin tanınmış galerilerinden birisi. Duygu hanım bağımsız bir sergi yapımcısı olarak bana bir teklif getirdi. Ben de memnuniyetle kabul ettim. Çünkü koleksiyon duragan bir şey değildir. Kendi içinde mesela hatalı alınan resimler olabilir. Çeşitli nedenlerle el değiştirebilir. Ve aynı zamanda toplayan kişilerin bu koleksiyonları göstermesi gerekir. Sanatı geniş halk kitleleri ile tanıştırmak, sevdirmek gerekir. Biz de o nedenle bu sergiyi yaptık.

Peki karşımızda nasıl bir seçki var?

Burada bir ön çalışma yapıldı. Küratörün gelip seçtiği resimler. Daha çok kendi beğenilerine uygun olarak yaklaşık 32 tane resim seçildi.

Biz sizin sergiler düzenlediğinizi, sanatçıları desteklediğinizi ve koleksiyonerlik yaptığınızı biliyoruz. Türkiye’de koleksiyonerliğin oldukça geç gelişim gösterdiğini düşünürsek, şu anda nasıl bir profil görüyorsunuz?

Biz de 400-500 senelik bir gecikme ile koleksiyonculuk başlamıştır. Özellikle Osmanlı döneminde sarayın desteğini saymazsak, resim koleksiyonculuğu 1950’den sonra başlamıştır. İlk koleksiyoncu da benim gördüğüm kadarıyla Kemal Erhan’dır. Sonraki yıllarda çok değişik isimler geldi. Bu isimler Türk resim sanatına sahip çıktılar. Yatırımlar yaptılar. Koleksiyonlarını teşhir ettiler. Ve giderek özellikle 70’li yıllarda galerilerin aktiviteye başlaması nedeniyle de bu ivme çok hız kazandı. Hiçbir kurumun yapamadığı tanıtımı biz Türk galericileri yaptık. 1937 yılında kurulmuş bir Resim Heykel Müzesi düşünün ama çok atıl, ilgisiz bırakılmış ve yıllarca varla yok arasında devam ederken bizim sanatçılar da hak ettikleri değeri kazanamamışlar. Fakat bizim açtığımız sergilerle ve tanıtımlarla Türk alıcısının dikkatini çekerek 70’li yıllardan itibaren çok büyük bir ivme kazanmıştır. Hatta 2000’li yıllardan itibaren de bu birikim özel müzelere dönüşmüştür. Fakat Türkiye’de müze sayısı yeterli değildir. Yani 70 milyonluk bir nüfusa göre baktığınız zaman Türkiye’de en az 300 civarında müze olması gerekir. O müzelerde çok yetkin kişilerin çalışması gerekir. Müzecilik dünyanın en zor mesleklerinden birisidir. 1980’li yıllardan sonra Japonya’da yüzlerce müze açılmıştır. Bizim biraz Japonya’yı etüd etmemiz gerekir. Japonlar nasıl yaptı? Daha müzeler kurulmadan İngiltere, Almanya, Amerika’ya öğrenci gönderdiler ve müzecilik eğitimi aldırdılar. O kişiler tekrar ülkelerine döndüler ve kurulan müzelerde görev aldılar. Bir taraftan da yine Japonlar dünya çapındaki müze müdürlerini kendi ülkelerine davet ettiler. Otomatikman o birikimli olan kişiler Japonya’ya giderek eğitim yaptırmıştır. Aynı şeyi Türkiye’nin yapması gerekir. Nasıl Sanayi-i Nefise Mektebi (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniverstesi) kurulurken yabancı hocalar getirildi, nasıl Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi (Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi) kurulurken yurt dışından hocalar getirildi, müzecilikte de böyle olması lazım. Aslında dünyanın önemli müzelerinin burada şube açmalarının sağlanması gerekir. Devletin, şube açacak dünyaca ünlü müzelere ücretsiz arsa vermesi ve vergi muafiyeti getirmesi gerekiyor. Bu şekilde kurulan bağlantı ile Türkiye’deki müzeler uluslar arası müzelerle daha kolay bağlantı kuracaklardır. Gelecek müzeler hazır bir mekanizma getirecekleri için her şeyin sıfırdan yapılması gibi bir durumla da karşılaşılmayacak 20-30 yıl gibi kısa bir sürede Türkiye dünya müzeciliğiyle aynı seviyeye ulaşacaktır. Şu an Türkiye’de müze idare edecek valörde insan yetişmemiştir.

Nasıl bir müzecilik?

Donanımlı nesiller yetiştirmek lazım. Türk müzeciliğinde çok yetkin durumda olan otorite sayılacak bir müzeci henüz yoktur şu aşamada. Ama bundan 10 sene 20 sene sonra çıkabilir. Onun hazırlık aşaması olarak zenginlerimizin bazı gençlerimize müze eğitimi yaptırmaları lazım yurt dışında. Eğer bunu yaptıramazsa 20 sene sonrada bugünkü gibi bocalama durumu olacaktır. Çünkü bu zaman isteyen bir şeydir. Dünyada en zor şey kültür ve sanat birikimidir; ayrıca yeni müzelerin açılması veya açılacak olması birçok sanatçının yapıtının bu müzelere girmesi demek oluyor. Bu gelişim sanatçılara fayda sağladığı gibi bilgi ve beceriye sahip yeni küratörler ve yeni sanat tarihçilere de o çevrede iş sahası açıyor. Bu yönden bakıldığında Türk sanatı her yönüyle katlanarak büyüyecektir.

Hazır sizi yakalamışken, resim piyasasını sormamak olmaz. Geçen yılki hareketlilikten sonra siz resim sanatı piyasasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

2009 senesinde Türk resim fiyatlarında rekor kırılmıştır. 1970-80 dönemi resimlerine sahip olanlar çok büyük bir servet kazanmışlardır bir sene içerisinde. Bu ivme devam edecektir. Fakat her sene böyle büyük bir katlanmayla gideceğini de düşünmemek lazım. Çünkü Türk resmi henüz evrensel boyutta koleksiyoncuların ilgi alanı içerisinde değildir. Türk galericiler yabancı galerilerle ortaklık kurmalı, onların sanatçılarıyla burada, bizim sanatçılarımızla orada sergiler açılmalıdır. Bu şekilde uluslararası pazara girilebilir. Türk sanatı burada sadece Türk koleksiyoncusu tarafından alınıp satılan bir konumdadır. Onun için son 30 yılda Batılı sanatçılarla mukayese ettiğiniz zaman mesela 1960’lı yıllarda 3000 dolar olan Türk resmi bugün 30 ya da 50 bin dolara gelmiştir. Ama Amerikalı bir sanatçının 20 milyon dolar olmuştur. Yani arada çok büyük bir fark vardır. O farkın sebebi de orada kurulan yeni müzeler ve koleksiyonerlerin çoğalmasıyla bilinç ve milli gelir düzeyinin yüksek olmasıdır.

Sizce bu fark nasıl kapatılır?

Bu ancak Türkiye’nin ekonomisinin gelişmesi ve kültürünün artmasıyla ilgili olan bir şeydir. Batı bununla yüzyıllarca uğraştığı için bugün rahatlıkla bu fiyatlar ödenmekte ve sanatçılara da sahip çıkılmaktadır. Bizim bunu son 30 sene içinde hızlı bir şekilde kapattığımızdan eminim. 2. Alternatif Türkiye artık dünyada öne çıkan bir konuma gelme eğilimi göstermektedir. Çünkü enerjisi yüksek bir durumundadır. Nüfus olarak, eğitim yapmış bireyleri olarak, kurulan üniversitelerle beklenmeyen bir gelişme olabilir. Şayet Türkiye, Avrupa Birliği’ne girerse bir anda fiyatların 300-400 bin dolar olacağından eminim. Oralarda başka bir standart başlıyor. Bu aynı şekilde İspanya veya Portekiz’de de oldu. Çünkü AB’ye giren ülkeler 100-150 milyar dolar yardım aldığı için bir anda standartları çok yükseldi. Şayet böyle bir şey olursa bizde de yükselecektir. Ama AB’ye girilmeyebilir de. Girmeden de Türk resmi gelişebilir. Çünkü bizim politikalarımızda çok büyük değişiklikler var. Başka ülkelerle temaslarımız devam ettiği için bir şekilde Türkiye kendisini kurtaracaktır. Ancak, siyasi olaylardaki belirsizliğin çok olumsuz etkisi olduğuna inanıyorum. Şayet iş adamları önünü görebilse, bir barış yapılabilse, etnik çarpışmalar gibi ilkellikten kurtulabilirsek o zaman Türkiye’de çok daha başka bir gelişme olacağına inanıyorum.

Yahşi Bey uzun zamandır sergi düzenlemediğinizi görüyoruz. Neden?

Bunu bana hep soruyorlar. Benim açtığım sergiler Türk resim sanatına çok büyük ivme kazandıran sergilerdir. O süreklilik çok önemli bir şey ama bir süre sonra açtığınız sergilerden sonra belki biraz biçim değiştirdi. Danışmanlık yaptığım birçok çalışma var. Yine sanatın içinde olarak hayata devam ediyorum. Arşiv yapıyoruz, sanatçıları tanıtan çalışmalar yapıyoruz, kütüphanemizi geliştiriyoruz. Özellikle de Plastik sanatlar arşivine önem verdik. Son 35 senedir yaptığım etkinlikleri yani kendi kendimi de dokümante etmeye çalışıyorum. ‘Sanat Müzeleri’ adlı bir kitabın da hazırlıklarını yapıyoruz. Ayrıca Oğuz Erten, arşivimden yararlanarak 1873 yılında Şeker Ahmet Paşa’nın bu coğrafyada açtığı ilk resim sergisinden başlayarak Türk sanatına yön veren sergileri ve benim açmış olduğum büyük sergileri konu edinen geniş kapsamlı bir çalışma hazırlıyor. Bu kitapların yayınını da kısa zaman içerisinde yapacağız.

(30 Ağustos 2010 tarihli Haber Turk Gazetesi'nde yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder